ALTINCI KISM

Dört İncîli yazanların, aralarındaki ayrılıklar ve yalanlan hakkın-dadır:

Açık olarak bilinmekdedir ki, dört İncîli yazan bu dört kişi, bir çok husûslarda ihtilâf etmişlerdir. Bu husûs, onların yalanlarına başlıca de- 127-

lîldir.[11 Eğer hak üzerine olsa idiler, hiçbir şeyde ihtilâfları olmazdı. Alla-hü teâlâ, Muhammed aleyhisselâma indirmiş olduğu Kur’ân-ı kerîmde, Ni-sâ sûresi seksenikinci âyetinde meâlen, (Bu Kur’ân-ı kerîm, Allahü te-âlâdan başkasının kelâmı olsaydı, içinde birbirine uymıyan bozuk şeyler elbette çok bulunurdu) buyurmakdadır. Böylece ihtilâfların mevcû-

[1] Şeyh Hâcı Abdüllah bin hâcı Destân Mustafâ hicrî 1276 da İstanbulda yazılan kitâbında diyor ki: Eğer doğru İncîl nerede denilirse, kaybolmuşdur deriz. Kaybolmasaydı, hıristiyanlarda veyâ bizde bulunurdu. İki fırkada da olmadığı görülmekdedir. Eğer ne zemân ve nasıl kayboldu denilirse, ona da deriz ki, muhtemelen Îsâ aleyhisselâmı katl etmeğe hücûm etdikleri esnâda, hakîkî İn-cîli alıp, yakdılar veyâ parça parça etdiler. Böylece İncîlin bütün dünyâya yayılmasına mâni’ oldular. Çünki hakîkî İncîl yeni nâzil olmuşdu. Havârîlerin sayısı az olmakla birlikde, ümmî idiler. Okuma, yazma bilmezlerdi. Onun için İncîlin başka nüshâları yokdu. Veyâ muhtemelen İncîl, henüz kâğıd üzerine ya-zılmamışdı. Ona nâzil olanla berâber yok oldu, gitdi.

Eğer sorulursa, yukarıda zikr edilenlere göre nasrânîlerin kitâbsız olmaları lâzım gelir. Bunlara nasıl ehl-i kitâb denir? Biz deriz ki: Ehl-i kitâb diye ismlendirilmeleri, doğru olan İncîlin değil de, bozuk İndilerin ellerinde olduğu ma’nâsına gelir. Çünki kitâb lafzı yalnız Allahü teâlânın indirdiği kitâb değil, her kitâb için kullanılır. Nitekim İsmâ’îl Hakkı hazretleri (Rûh-ul beyân) tefsîrinde Âl-i İmrân sûresi, doksansekizinci âyet-i kerîmesinde meâlen, (De ki, ey ehl-i kitâb! Allah yapdıklarınızı görüp dururken, niçin Allahın âyetlerini inkâr edersiniz?) buyuruldu ki, burada geçen ehl-i kitâbın yehû-dî ve nasrânîler olduğunu açıklamışdır. Çünki kitâb denildiğinde (münzel), inzâl olunan, indirilen olsun olmasın her kitâb anlaşılır. Yehûdî ve nasrânîler, yazılan kitâba nisbet olunmuşlardır. Bu yazılan kitâb, ister Rûh-ul kuds [Cebrâîl aleyhisselâm] tarafından getirilmiş olsun, ister insanlar tarafından yazılmış olsun. Biz deriz ki, ehl-i kitâb diye tesmiye olunmalarının sebebi, ki-tâbları inkâr eden müşriklerin hilâfına, Allahü teâlâ tarafından nâzil olan kitâba inandıklarını iddi’â etmelerindendir.

Şeyh Abdüllah diyor ki: Nasrânîlerin Îsâ aleyhisselâmdan sonra, ikinci ve üçüncü kuşaklarında, kiliseler arasında İncîllerin yazarlarına nisbeti husû-sunda ihtilâflar, münâkaşalar başladı. Ba’zısı bu kitâbların onlar tarafından yazıldığını iddi’â etmekde, ba’zısı da onların yazmadığını iddi’â etmekdedir-ler. Çünki o sıralarda kırk kitâbın üzerinde, İncîl diye iddi’â edilen, havârîlerin yazdığı söylenilen kitâblar ortaya çıkdı. Bu kırk kitâbın herbiri, şimdiki dört İncîl gibi İncîl diye ismlendirilirdi. Uzun münâkaşa ve mücâdelelerden sonra, bu dört İncîli seçip, diğerlerini yakdılar. Bu dört İncîlin Îsâ aleyhisselâma nisbet edilmesinde ihtilâf olduğu gibi, bu dört yazara nisbet edilmesinde de ihtilâf vardır. Ayrıca bu dört kitâbın hangi dil ile te’lîf edildiğinde de ihtilâf vardır. Her millet kendi lisanı ile te’lîf edildiğini iddi’â etmek-dedir. Meselâ kimisi yunan dili ile, kimisi ibrânîce, kimisi süryânîce, kimisi de ibrânî ve süryânî karışımı bir dil ile te’lîf edildiğini iddi’â etmekdedirler. Bununla berâber her millet, diğerini yalanlamakda ve naks etmekdedir. Birçok noktalarda diğerleri ile ihtilâfları vardır. Bu konu dikkat ve basîret ehli araşdırmacılar için çok açıkdır. Buradan anlaşılmakdadır ki, mevcûd İncîl-ler Allahü teâlâ tarafından gönderilmiş değildir. Zîrâ Allahü teâlânın kelâmı, ihtilâf ve tenâkuzdan münezzehdir.

diyyetini Allahü teâlâya iftirâ için delîl kılmışdır. Çünki, Allahü teâlâ tarafından indirilen şeyin ma’nâları ihtilâflı ve binâları sallantıda olamaz.

Yalanlarından ba’zılarını ortaya koyalım:

a- Yuhannâ adındaki müellif İncîlinin onüçüncü bâbında: Îsâ aley-hisselâm, yehûdîler kendisini yakaladıkları gece, havârîlere: “Size kat’iy-yetle şunu söylerim ki, sizden biriniz bana hıyânet edecekdir”, dedi. Bunun üzerine Yuhannâ, “Efendim size hıyânet edecek adam kimdir?” diye sorduğunda, Îsâ aleyhisselâm ona: “O, şu kimsedir ki, ben ona ekmeği et suyuna batırarak veririm”, diyerek ekmeği o sûretle Yehûda Ishar-yotîye verdi ve hakîkaten Îsâ aleyhisselâma hıyânetde, yehûdîlere delâlet eden o oldu, diye yazmakdadır.

Markos İncîlinin ondördüncü bâbında, Îsâ aleyhisselâm o soruya ce-vâben, “Bana hıyânet edecek adam, benimle berâber ekmeğini sahana batırandır” dediğini beyân etmekdedir.

Matta İncîlinin yirmialtıncı bâbında, Îsâ aleyhisselâma cevâben, “Benimle berâber ekmeğini -veyâ elini- tepsiye batırandır” dedi, de-mişdir.

Luka İncîlinin yirmiikinci bâbında aynı süâle cevâbında, Îsâ aleyhisselâm, “Bana hıyânet edecek kimse, benimle berâber şakirdlerin içindedir”, dedi, demişdir.

İşte dört müellif de bu hâdiseyi böyle temâmiyle birbirine aykırı olarak hikâye etmişlerdir ki, bu gâyet açık bir ihtilâfdır. Îsâ aleyhisselâmın o sözü, birkaç toplantıda tekrâr tekrâr vâki’ olmuş değildir ki, ibârenin muhtelîf olabilme imkânı bulunsun. Kaldı ki, onların bu ifâdeleri ma’nâ yönünden de bir değildir. Su hâlde, dört kişinin her biri, Îsâ aleyhisselâmın sözünü kendinden uydurma bir ibâre ile değişdirmişdir. Bununla berâber, Îsâ ekmeği et suyuna batırıp da, bilhâssa Yehûda İsharyotîye vermekle, kendisine hıyânet edecek kimsenin kim olduğunu ta’yîn etmiş, artık maksad temâmiyle anlaşılmışdır.

b- Matta İncîlinin yirminci bâbında, Îsâ, Erîha memleketinden çık-dığında, kendisine gözleri görmiyen iki kişi: Ey Dâvüdün oğlu, bize merhamet et, diye yalvarmışlar, o da onların gözlerini açmışdır, diyor.

Markos ise İncîlinin onuncu bâbında, Îsâ, adı geçen memleketden çıkdığında, kendisine gözleri görmiyen bir kişi: Ey Îsâ, bana merhamet et, diye bağırmış, o da onun gözlerini açmışdır, demişdir.

Hâlbuki, iki İncîlden anlaşıldığı üzere Îsâ aleyhisselâm, bahs olunan memleketden yalnız bir def’a geçmiş olduğuna göre, bunlardan biri mut-lakâ yalandır. Yâ Matta, Îsâya gözlerini açdırmak emeliyle bağıran a’mâ-nın iki olduğunu açıklamadan yalan söylemişdir, yâhud Markos, a’mânın bir olduğunu söylemekle yalanı seçmişdir. Çünki kıssa birdir. Matta ile

Markosun Îsâ aleyhisselâma yalvaran a’mânın hazret-i Îsâya, “Ey Dâvüd oğlu!” diye çağırdığını ve onu insan nesline nisbet etdiğini söylemelerinde, hıristiyanların akidelerini tekzîb edecek cihet vardır. Çünki a’mâ, ona kendi yazdıkları gibi “Ey Allah” yâhud “Ey Allahın oğlu” veyâhud da “Ey yaratılmışların yaratıcısı”, diye çağırmamışdır. “Ey Dâvüdün oğlu” diye çağırmak sûretiyle, kendisini bir Peygambere nisbet etmişdir. Bu sû-retle Îsâ aleyhisselâmın annesi hazret-i Meryemin nesebinin bu temiz un-sûrdan olduğunu îmâ ve işâret etmişdir. Gerçekden hazret-i Meryemin ne-sebleri öyledir. Kendileri Îsânın oğlu Dâvüd zürriyyetinden ve İbrâhîmin oğlu, İshakın oğlu, Ya’kûb oğlu Yehûdî kolundandır.

c- Matta İncilinin yirmiyedinci bâbında, Îsâ aleyhisselâm ile berâ-ber iki hırsız öldürülmeleri esnâsında, Îsâ aleyhisselâma fenâ sözler söylüyorlardı, diye yazmakdadır.

Luka ise İncîlinin otuzdördüncü bâbında, hırsızlardan biri hazret-i Îsâ ile alay ederek: Eğer sen hak Mesîh isen hem kendini, hem bizi kurtar, deyince, diğeri ona: Sen Allahdan korkmaz mısın? Onun başına gelenlerin sana da geldiğini bilmiyor musun? Bize olana ben ve sen müstehak isek de, o müstehak değildir. Sonra Mesîhe: Efendim, melekûtdân geldiğinde beni unutma, deyince, Mesîh kendisine: Sana kat’iyyetle söylerim ki, sen o gün benimle Cennet-ül-Firdevsde olursun, dedi, diye yazılıdır.

Bu da, açık bir tenâkuzdur. Çünki Matta o iki hırsızın ikisini de Cehennemlik yapmışdır. Onun rivâyetine göre onlar, Îsâ aleyhisselâma fenâ sözler söylemişlerdir.

Luka ise, onlardan birinin Cennete gireceğini haber vermişdir. Bununla berâber, gerek Matta ve gerekse Luka asl kıssada, ya’nî hazret-i Mesîhin öldürülmesi hikâyesinde yalan söylemişler, bu sûretle küfrü seçmişlerdir.

Yuhannâ da, Mesîhin öldürülmesinde hâzır bulunduğunu söyler. İn-cîlin ondokuzuncu bâbında, Mesîh ile berâber çarmıha gerilen iki hırsızdan biri hazret-i Îsânın sağında, diğeri sol tarafında yer almışlardır, deyip, hırsızların hazret-i Îsâya bir şey söylediklerini kaydetmemişdir. Bu da tam bir ihtilâfdır.

d- Matta İncîlinin yirmibirinci bâbında, hazret-i Mesîh bir hayvana binmiş, Beyt-ül-Makdîse gelmişdir. Çünki ba’zı Peygamberlerden “Sizin sultânınız hayvana binmiş olarak gelir”, diye rivâyet edilmişdi, yazılıdır.

Markos İncîlinin onbirinci bâbında, Mesîh bir hayvan yavrusu sıpa üzerinde idi, diyor, hayvana bindiğini zikr etmiyor.

Luka ise İncîlinin ondokuzuncu bâbında, Mattanın dediği gibi, “Îsâ hayvan üzerinde idi” demişdir.

Yuhannâ da İncîlinin onikinci bâbında, Markosun ifâdesi vechîle,

“Mesîhin bir sıpa üzerinde olduğunu” söylemişdir.

Birbirine uymıyan bu sözler, açıkca yalanlarını göstermekdedir. Bir insan nasıl olur da küçük bir sıpa üzerine binebilir?

e- Matta İncîlinin yirminci bâbında, Zebedin zevcesi Meryem, Me-sîhe gelip: Su iki evlâdımın biri yarın melekûtda senin sağında ve diğeri solunda olalar, dedi, diye yazılıdır.

Markos ise İncîlinin onuncu bâbında, Îsâ aleyhisselâmın teyzesinin, ya’nî Zebedin zevcesi Meryemin iki oğlu olup, ona, “Ey Mu’allim, biz senden isteriz ki, her ne dilersen hakkımızda onu ni’met olarak veresin”, dediklerinde, Îsâ aleyhisselâm onlara, “Siz ne istersiniz?” diye sormuş. Cevâb olarak, “Bizim birimizi melekûtda sağ tarafına, diğerimizi sol tarafına oturtmakla ni’metlendir”, diye hikâye etmişdir.

Luka ile Yuhannâ ise İncillerinde bu kıssâya dâir hiçbir şey zikr etmemişlerdir. O Yuhannâ ki, Mesîh aleyhisselâma hizmet etmiş ve vefâ-tına kadar ondan ayrılmamışdır.

Burada dikkat çekici bir nokda dahâ vardır: Mattanın rivâyetine göre, Zebedin oğullarının melekûtda olmalarını, Îsâdan anneleri istemiş ve yalvarmışdır. Markos, bu isteğin bizzat kendilerinden geldiğini yazar. Diğer iki müellif ise, bu kıssâyı aslâ i’tibâra almamışlardır.

f- Matta İncîlinin dokuzuncu bâbında, Yuhannânın talebesi Mesî-he, “Biz ve Ferisîler niçin oruc tutarız da, senin şakirdlerin tutmazlar, dediler”, diyor.

Markos ise, İncîlinin ikinci bâbında, Kâtibler ve Ferisîler Mesîhe, “Niçin Yuhannânın talebeleri oruc tutarlar da, senin şakirdlerin yir ve içerler,” diye sordular, demişdir.

Görülüyor ki, Mattaya göre oruclu olan ve süâl soranlar, Yuhannâ-nın şakirdleridir (talebeleridir). Markosa göre ise soranlar kâtibler ve Fe-risîlerdir. Yuhannânın şakirdlerinin niçin oruc tutup, tutmadıklarını sormuşlar, kendilerinin oruc tutup tutmadıklarından bahs etmemişlerdir. Bu hu-sûsda da birbirine aykırı beyânatda bulunmuşlardır.

g- Matta İncîlinin üçüncü bâbında: Yahyâ, çekirge ve bal yir, diye yazılıdır. Sonra onbirinci bâbında da, Îsâ aleyhisselâmın yehûdîlere hitâ-ben, “Yahyâ size yimez ve içmez olduğu hâlde geldi, siz ona deli dediniz ve -kendini kasd ederek- insanoğlu yir, içer olarak geldi, siz ona bu, karnı büyük bir adamdır, yiyecek yir, şerâb içer dediniz, diye yazılıdır.

Bu iki sözün birbirini tutmadığı meydândadır. Bir yandan hazret-i Yahyânın yimez içmez olduğunu, bir yandan da çekirge ve bal yidiğini söy-lemekdedir.

Sonra, bu rivâyete göre, Îsâ aleyhisselâm kendisinden bahs ederek, “İnsanoğlu yir, su ve şerâb içer olduğunu” söylemişdir. Bu söz, kendisinin insan olduğunu, yiyecek ve içecek ile vücûdunu beslemeğe muhtâc bulunduğunu, ikrârdan ibâretdir. Bu ise, onların Îsâ aleyhisselâ-ma ilâhlık isnâdlarını yalanlamakdadır. Allahü teâlâ onların küfrlerinden berî ve münezzehdir.

h- Yuhannâ İncîlinin beşinci bâbında, hazret-i Mesîh yehûdîlere, beni gönderen babam, bana şehâdet eder. Onu kimse görmemiş ve sesini işitmemişdir, dediğini zikr etmişdir. Bu söz, gerçekden Mesîhin sözüne yakın bulunmuşdur.

Hâlbuki, Matta buna, lafz ve ma’nâ i’tibâriyle açıkca muhâlefet ediyor. İncîlinin onyedinci bâbında şöyle yazılıdır: Mesîh, havârîlerinden Pet-rus, Çakmo ve Yuhannâ ile berâber Tabur dağına çıkdılar. Dağın üstüne oturdular. Bir de gördüler ki, Mesîhin yüzü güneş gibi parlıyor. Gözleri ka-maşdı ve o ânda gökden babanın sesini işitdiler. Baba şöyle diyordu: “Bu benim kendim için seçdiğim oğlumdur, onu dinleyin ve ona îmân edin.”

Markos da İncîlinin dokuzuncu bâbında aynen böyle söylemişdir.

Yuhannâ İncîlinin ondördüncü bâbında ise, şöyle yazmakdadır: Mesîh, havârîlere, “Siz benim babamı gördünüz” dedi. Havârîlerden Fi-libos da: Efendim, biz babanı nasıl görebildik? deyince; Mesîh ona ce-vâb olarak: “Ey Filibos, ben çok vaktdir sizinle berâberim, siz beni bildiniz ya! Kim beni görmüşse muhakkak babamı görmüşdür” dedi.

İşte bu da fâhiş bir hatâdır. Çünki, Yuhannâ bir kerre Îsâ aleyhisse-lâmın, “Beni gönderen, benim Peygamberliğimin sıhhatine şehâdet eder, onu kimse görmedi ve sesini aslâ kimse işitmedi”, dediğini söylüyor. Bir kerre de: Mesîhin havârîlere, “Siz benim babamı gördünüz ve bildiniz. Beni gören babamı görmüş olur” dediğini, beyân ediyor. Bu sözlerin birbirini tutmadığı açıkca meydândadır.

Mattanın Tabur dağı hikâyesindeki sözü de böyledir: Orada Îsâ aley-hisselâmın yanında olan üç kişi, babanın, ya’nî Allahın sözünü işitdiler. Allah onlara: -Mesîhi kasd ederek- “Bu benim seçdiğim oğlumdur” dedi, demişdir. Bu açık bir küfrdür. Allahü teâlâ, zevce edinmekden münezzeh iken, Îsâ aleyhisselâma oğlum diye nasıl hitâb eder?

Bütün bu iftirâ ve yalanlardan maksad, Îsâ aleyhisselâmın, ülûhiy-yeti ve Allahın oğlu olduğu husûsundaki i’tikâdlarını etrâfa yaymak ve rağbet kazandırmakdır.

Allahü teâlânın sânı, bu gibi isnâd ve iftirâlardan münezzehdir. Böyle dalâlet ve küfr üzere olanlara Allahü teâlâdan hidâyet dileriz.