YEDİNCİ KISM

Papazların Îsâ aleyhisselâm hakkında uydurduklar yalanlar ve bu husûsda kendilerini yalancı duruma düşürdükleri hakkındadır:

Luka İncîlinin yirmiikinci bâbında, Îsâ aleyhisselâmın havârîlere hi-tâben: “Şeytân sizin îmânınızın bozulmasını ister”, der. Sonra onlardan

Petrusa dönerek: “Ben babamdan senin îmânının şeytân tarafından bozulmamasını temennî ederim” dediğini ve Îsâ aleyhisselâmın bu sözünden birkaç gün sonra Petrusun Îsâ aleyhisselâmı inkâr etdiğini ve havâ-rîler içinde ondan başka mürted (dinden dönen) bulunmadığını, açıkla-makdadır.

Sunların perîşân hâllerine ve düşdükleri tenâkuzlara bir bakın! Îsâ aleyhisselâm, havârîlerinden birinin îmânının bozulmaması için düâ eder de, bu kimse sonra nasıl münkir ve mürted olup, îmândan çıkar? Acabâ Peygamberler için haber verdiklerinden vazgeçmeği veyâ yalan söylemeği lâyık mı görüyorlar? Peygamberi medh etmek isterken, düşdükleri bu tenâkuzları fark etmiyecek kimse bulunabilir mi?

Bütün bunlar, hıristiyanların Îsâ aleyhisselâm hakkında sonradan uydurdukları yalan ve iftirâlardır. Sunu kat’i olarak söyliyebiliriz ki, Îsâ aleyhisselâm bu sözlerden hiç birisini söylememişdir. Bütün bu noksanlardan Onda yokdur.

Yuhannâ İncîlinin beşinci bâbında: hazret-i Mesîhin yehûdîlere, Ben size şu husûsu kat’i olarak ifâde etmek isterim ki, oğul kendisi bir şey yapmağa kâdir olamaz. Meğer, babanın yapdığını görmüş olması lâzım, dediğini nakl etmişdir.

Biz biliyoruz ki, Îsâ aleyhisselâm yemek yimiş ve su içmişdir. Hâlbuki hıristiyanların babası dedikleri zâtdan, ya’nî Allahü teâlâdan böyle bir şeyin vukû’unu görmemişdir. Çünki, Allahü teâlâ, yimek ve içmek gibi beşerî ihtiyâclardan münezzehdir.

Diğer üç İncîlde bu husûs kaydedilmemişdir.

Yuhannâ İncîlinin onyedinci bâbında, Îsâ aleyhisselâmın, vefâtından önce, Allahü teâlâya, “Yâ Rabbî! Biliyorum ki, sen benim düâlarımı dâ-imâ kabûl edersin. Simdi senden niyâz ederim ki, benim şakirdlerimi dünyâ ve âhıretde her şeyde kurtuluşa erdiresin” demiş olduğunu kaydetmiş-dir. Bütün hıristiyan âlimlerinden tevâtüren nakl edilen bir habere göre, Îsâ aleyhisselâmın talebelerinin çoğu kılıçla öldürülmüş, ba’zısı da derisinin yüzülmesi gibi çeşidli işkencelerle can vermişlerdir.

Allahü teâlânın Peygamberi Îsâ aleyhisselâm Allahü teâlâdan, ha-vârîlerinin dünyâ ve âhıretde kurtuluşa ermelerini niyâz ediyor. Onlar, böyle elemlere ve çirkin ölümlere düçâr oluyor. Ne kadar gülünç bir id-di’âdır. Bu husûsu Yuhannâ, Îsâ aleyhisselâm hakkında yalan olarak söylemiş, diğer üç İncîl sâhibleri, Îsâ aleyhisselâmın böyle bir düâsı olduğu ile alâkalı olarak, İncillerinde hiçbir şey yazmamışlardır.

Yine Yuhannâ İncîlinin onbeşinci bâbında, Îsâ aleyhisselâm, “Eğer ben onlara benden evvel kimsenin göstermediği mu’cizeleri göstermemiş olsaydım, onların bana îmânlarının azlığından dolayı günâhları olmazdı” dedi, yazılıdır. Îsâ aleyhisselâmın böyle bir söz sarf etmesi mümkin değildir. Çünki kendinden evvel gelen Mûsâ aleyhisselâm, çok sayıda büyük mu’cizeler göstermişdir. Hazret-i Elyesa’ da ondan evvel gelmişdir. Hattâ Îsâ aleyhisselâmın mu’cizeleri derecesinde mu’cizeler göstermişdir. Îsâ aleyhisselâmın, ben kendimden evvel kimsenin gösteremediği mu’cizeleri gösterdim; dediği tasavvur edilemez. Bunu da Yuhannâ uydurmuş ve diğer üç İncîli yazanlar ise, böyle bir şeyden bahs etmemişlerdir.

Markos İncîlinin üçüncü bâbında, hazret-i Mesîhin, “Her kim benim için evi, bağçeleri, tarlaları veyâ evlâd ve akrabâlarını terk ederse, o kimse dünyâda terk etdiği şeyin yüz katını ve âhıretde Cenneti alır”, dediğini nakl eder.

Matta İncîlinin ondokuzuncu bâbında, o adam terk etdiği şeylerin yüz katını alır ve Cennet onun olur dedi, deyip, dünyâyı kayd etmemiş-dir.

Luka İncîlinin onsekizinci bâbında, dünyâda terk etdiği şeylerden çoğunu ve Cenneti alır, diye kaydetdiği hâlde; Yuhannâ bunlardan hiçbirinden bahs etmemişdir. Bu da Îsâ aleyhisselâm hakkında uydurulan açık bir yalandır. Çünki pek çok kimseler, Îsâ aleyhisselâm uğruna ve birçok ev, bağçe ve ticârethânelerini terk etmişler ve terk etdikleri şeylerin ne yüz katına ve ne de ona yakın bir mikdârına sâhib olamamışlardır. Aslında Îsâ aleyhisselâm böyle bir şey söylememişdir.

Matta İncîlinin ondokuzuncu bâbında, Ferisîler hazret-i Mesîhe, “İnsanın karısını küçük bir kabahatinden dolayı boşaması halâl olur mu?” diye sorduklarında, hazret-i Mesîh onlara, “Tevrâtda okumadınız mı ki, erkeği ve dişiyi yaratan Allah, “İnsan, kadın için anne ve babasını terk eder ve eşiyle birleşerek ikisi bir vücûd olur” demişdir” diye cevâb vermişdir.

Bu da Îsâ aleyhisselâm ve Tevrât hakkında bir iftirâdır. Çünki bu çirkin sözü Allahü teâlâ söylememişdir. Ancak, Peygamberlerin kitâbla-rında Âdem aleyhisselâmdan başka bir hikâye nakl edilmişdir. Söyle ki: Allahü teâlâ, hazret-i Havvâyı Âdem aleyhisselâmın kaburga kemiğinden yaratınca, Âdem aleyhisselâm uyanıp, onu yanında eş kılığında gördü ve “Bunun için insan, anne ve babasını terk edip, zevcesiyle bir vücûd olur” dedi.

Îsâ aleyhisselâmın, Mattanın bahs etdiği sözü, Tevrâta nisbet etmesi düşünülemez. Tevrât ve İncîli ezbere bildiği gibi, Allahü teâlâ tarafından kendisine bildirileni teblîg etmişdir. Matta, burada da Îsâ aleyhisse-lâma yalan ve iftirâda bulunduğu gibi, diğer İncîl sâhiblerine de muhâle-fet etmişdir.111 10

Yuhannâ İncilinin üçüncü bâbında, Îsâ aleyhisselâm göğe ancak oradan iner çıkar dedi, şeklinde yazmışdır. Bu da bâtıl inançların bir başkasıdır. Çünki İdrîs ve İlyâs Peygamberlerin göğe çıkdıkları Tevrâtda yazılıdır. Hâlbuki adı geçen iki Peygamber yere gökden inmemiş ve göğe çıkıncaya kadar yeryüzünde yaşamışlardır. İncilde Îsâ aleyhisselâmın da göğe çıkdığı yazılı olup; o da oradan inmemişdir. Bizim Peygamberimiz Mu-hammed aleyhisselâm da, Mi’râc gecesinde göğe çıkmış, sonra tekrâr yeryüzüne inmişlerdir.

İşte burada da Yuhannâ, Îsâ aleyhisselâm hakkında yalan söylemiş, diğer üç İncîl yazarı ise, bunu nakl etmemişlerdir.

Hıristiyanlar, Îsâ aleyhisselâm bunu söylemiş ama, ondan ancak rûh-ları kasd etmişdir, derler.

Buna verilecek cevâb gâyet basitdir: Bu iddi’â, Tevrât ve İncile açık-ca aykırı düşer. Çünki bu kitâblarda, göğe çıkan Peygamberlerin bizim Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm gibi, rûh ve cesedleriyle berâ-ber çıkdıkları yazılmışdır.

Eğer Îsâ aleyhisselâm, o sözden, cesedleri ölüp de, vefâtı zemânın-da meleklerin alıp göğe çıkardığı insan rûhlarını kasd etmişdir, derlerse, bunun cevâbı da gâyet kısadır: Bu bir ihtimâldir ve delil ile hükmden düşer. Hâlbuki lafzlarda asl olan umûmîlik ve hakîkatdir. Meğer ki, delillerle hilâfı isbât edilmiş olsun. Kâfirlerin rûhları göğe çıkmayıp; en aşağı tabakalara iner.

Matta İncîlinin yirmibirinci bâbında, Îsâ aleyhisselâm, havârîlerle giderken acıkdı. Yolun kenârında bir incir ağacı gördü. Ağaca doğru yönelip, üzerinde yemiş bulamayınca, ağaca beddüâ etdi. Ağaç derhâl kurudu, der.

Markos da, İncîlinin onbirinci bâbında bu haberi hikâye edip ve üzerine bir de o zemânın incirin meyve verdiği vakt olmadığını ilâve etmiş-dir.

Böyle vaktsiz incir toplamayı, değil Îsâ aleyhisselâm, çocuklar ve delîler bile yapmaz. Bir de ağacın herhangi bir kimsenin malı olup olmadığı husûsu, açıkca bilinmiyor. Îsâ aleyhisselâm, başka bir kimseye âid olan ağaç için beddüâ etmez ve onun kurumasına sebebiyyet vermez. Onu bu gibi küçüklüklerden tenzîh ederiz.

Eğer ağacın meyvesinden herkesin yimesi mubâh idi ise, o hâlde bile halkın fâidelendiği bir ağacın kuruması için, Îsâ aleyhisselâmın beddüâ edeceği yine düşünülemez. Bütün Peygamberler “aleyhimüsselâm” menfe’at ve maslahat için gönderilmişdir. Mahlûkâta zarar ve fesadlık vermek için gönderilmemişlerdir. Matta ve Markosun yalanlarını burada da meydâna çıkarmış olduk.

Hıristiyanların müslimânları aybladıkları mes’eleler hakkındadır:

Hıristiyanlar, müslimânları ba’zı bakımlardan tenkîd ederler. Bunları birer birer sıralıyalım:

1- Umûmiyyetle sâlih müslimânlar evlendikleri hâlde, hıristiyanların rûhban sınıfı evlenmezler.

Onlara şöyle denilebilir: Siz, kendi dîninizce, Dâvüd aleyhisselâmın Peygamberliğine ve saltanât sâhibi olduğuna inanırsınız. Nebînin derecesi, velînin derecesinden dahâ yüksek olduğu ma’lûmdur. Tevrâtda zikr edildiğine göre, Dâvüd aleyhisselâm yüz kadınla evlenmiş ve bunlardan kız ve erkek olmak üzere, elliyi aşkın evlâdı olmuşdur. Süleymân aleyhisselâm da Tevrâtda zikr edildiği gibi, bin kadın ile evlenmişdir. Siz Tevrâtın Allahü te-âlânın kitâbı olduğuna inanırsınız. Diğer bütün Peygamberler de evlenmişler. Yalnız Îsâ aleyhisselâm ve Yahyâ aleyhisselâm evlenmemişlerdir.

Ey hıristiyanlar!

Tevrâtda, “Yiyecek ve içeceğine muktedîr olabildiğin kadar kadınla evlenmek halâl olur” gibi sözler varken, niçin Allahü teâlânın meş-rû kıldığı doğru yoldan gitmeyip de; öteden beri velî tanıdığınız Pavlosun sözüne inanıp, yapışırsınız. O, size bir adam bir kadınla evlensin, eğer o aldığı kadın ölürse, üçe kadar bir başkasını alsın. Papazlar yalnız bâki-re bir kadın alabilir, eğer ölecek olursa tekrâr evlenmeleri harâm olur. Bir dahâ evlenmesin, diye emr etmişdir. [Pavlos yehûdî olup, hıristiyanların dinlerini bozmak için çok uğraşmış ve muvaffak da olmuşdur.]

Kolaylıkla anlaşılacağı üzere, hıristiyanların evlenmek husûsunda-ki inançları da bâtıldır. İslâm dînine tâbi’ olan sâlih kulları ayblamaları hiçbir sebebe dayanmaz. Çünki, hıristiyan âlimleri onun halâl olduğunu ve kitâblarda açık bir şeklde îzâh edildiğini gâyet iyi bilirler. Allahü teâlâ, müslimânlara, her dürlü şiddet ve meşakkatden uzak, sâde ve mükemmel bir din vermişdir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” de, (Nikâh ediniz, ya’nî evleniniz, çocuk yetişdiriniz. Kıyâmet günü başka ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla övüneceğim) hadîs-i şerîfi ile mü’minleri evlenmeğe teşvîk etmişdir. Mü’minler bu emre uymakla sevâb kazanırlar.

2- Hıristiyanların müslimânları aybladıkları diğer bir husûs da sünnet olmakdır. Hâlbuki kendi İncillerinin nakl etdiğine göre, Îsâ aleyhisselâm sünnetli idi. Hıtân günü en büyük bayramlarındandır. Peygamberlerin işlerine hürmet edilmesi îcâb eder. İbrâhîm aleyhisselâm ve diğer bütün Peygamberlerin sünnet olmaları için, Allahü teâlânın emr buyurduğu Tevrâtda yazılıdır. Hıristiyan i’tikâdı da böyledir. Bunun üzerine kalkıp da, bütün Peygamberlerin meşrû kıldıkları bir şeyi ayblamağa çalışmak, Allahü teâlâya ve Resûlüne inanmamak demekdir.

3- Aybladıkları bir diğer husûs da, mü’minlerin Cennetde yimeleri ve içmeleridir. Matta, İncilinin yirmialtıncı bâbında: Îsâ aleyhisselâm, yehûdîler tarafından yakalandığı gece, yemek yirken havârîlere, “Ben artık bundan sonra şerâbı ancak Cennetde içeceğim” dedi, demişdir. Mar-kos da, İncilinin ondördüncü bâbında böyle söylemişdir. Luka ise İncilinin yirmiikinci bâbında, Îsâ aleyhisselâmın havârîlere, “Siz benimle Cennetde bir sofra üzerinde yiyip içeceksiniz” dediğini nakl etmişdir. (Hıristiyan din adamları pek güzel bilirler ki, Âdem aleyhisselâm Cennetde yasak ağaçdan yimişdir. Ve bu onun Cennetden yere inmesine sebeb ol-muşdur. Üstelik bu husûs Tevrât ve İncilde açıkca yazılıdır.) Ama onların inkâr damarı bir dürlü yumuşamaz. Mantıkları şöyle çalışır: “Yime ve içme neticesinde pislikler meydâna gelecekdir. Cennet ise böyle şeylerden münezzehdir”. Bilmezler ki, Muhammed aleyhisselâm (Cennet ehlinin yiyip içdikleri şeyler misk kokulu ter olur çıkar) buyurmuşdur. Ve yine orada, tükürme ve sümkürmenin, küçük ve büyük abdestin olmadığını haber vermişdir. Cennet ehli, her istediğine kavuşacak ve gönüller hakiki huzûr ve se’âdeti ancak orada bulabileceklerdir.

Allahü teâlânın gönderdiği kitâblar ve Peygamberler, nefsin arzû edip lezzet bulacağı her şeyin, Cennetde bulunduğunu bildirmişlerdir. Hıris-tiyanlar ise, öldükden sonra insanın ni’metlenip, lezzet duyması cesed-le değil, rûh ile olur, diye i’tikâd ederler. Böyle akla ve nakle aykırı i’tikâd-dan Allahü teâlâya sığınırız. Bu i’tikâd dinsizlik fırkasına götürür.

4- Hıristiyanlar müslimânların, “Cennetde köşkler, ırmaklar, yâ-kutlar ve bütün güzellikler toplanmışdır” şeklindeki tertemiz inançlarını da beğenmezler. Onlara demelidir ki: Sizin “Nevvârü’l-Kudsiyyin” dediğiniz kitâbınızda (Yuhannâ) kıssâsında şöyle yazılıdır: Bir gün ipek elbiseler giymiş, atlı iki delikanlıya rast geldi. Onları Cehennemle korkutdu. Tâ ki, onlar şân ve şöhretlerini terk ederek ona inandılar. Yuhannâ da onların mallarını kendi hizmetçilerine dağıtdı. Bir müddet sonra hizmetçiler, yanlarından mu’azzam bir saltanâtla geçerken, onlar mahzûn oldular. Dünyâ ni’metlerinin ellerinden çıkdığına pişmân olarak, bu iş kendilerine pek ağır gelmeğe başlayınca, Yuhannâ onlara, elinizden çıkan dünyâ ni’metlerinden dolayı esef mi ediyorsunuz, der. Onlar da, evet, tahammül edemedik, derler.

Bu def’a Yuhannâ, öyleyse gidin, bana dere taşları getirin, der.

Gidip getirdiklerinde, taşları elbisesiyle örtmüş ve meydâna çıkardığında hepsi pek kıymetli yâkut olmuşdur. Arkasından onlara şöyle demiş: Alın bunları çarşıya götürüp satın. Parasıyla eski ihtişâmlı hayâtınızdan dahâ iyisini yaşarsınız. Fekat Cennet size harâm oldu. Çünki ondan olacak nasibinizi bu fâni dünyâda aldınız.

Onlar böyle konuşup dururken, öteden bir grub insan bir cenâze getirdiler. Yuhannâdan ölüyü diriltmesini istediler. O da ölüye, Allahın izniyle kalk, dedi. O da kalkdı. Ve dirilen adama, şu iki gence kaybetmiş oldukları Cennet ni’metlerini söyle, dedi. O da onlara, sizin için Cennetde dürlü renklerde yâkut taşlarıyla yapılmış bir binâ vardı ki, uzunluğu şu kadardı, demiş. Ve o iki genç bu sözleri işitince, pişmân olup, her şeyden vazgeçerek tekrâr Îsâ aleyhisselâm dîni üzere Yuhannâya tâbi’ olmuşlar ve öylece ölüp gitmişlerdir.

Yine adı geçen kitâbda, Flaryan ki sizce mukaddes sayılan sâlihler-dendir. Kendisine her gün melekler altın tabaklar içinde ve üzerleri dürlü çiçeklerle ve ipek mendillerle donatılmış Cennet ta’âmları getirirdi, diye yazılıdır. Artık bu gibi ni’metlerin, Cennetde bulunmadığı ve yinilip içil-mediği nasıl inkâr edilebilir? Resûllerin kitâblarından nakl edilenlerin doğruluğuna bütün selîm akl sâhibleri inanır ve tereddüt etmeden kabûl eder.

Yine adı geçen kitâbın Seneton kıssâsında yazılıdır ki: Flaryan adlı sâlih kimseye, melekler, her gün akşam-sabâh Cennet ta’âmından, kendi yiyeceği kadar, birkaç dürlü yemek getirirlerdi. Hattâ bir gün kendisine Pavlos adında büyük bir zât gelince, melekler her gün getirdiklerinin birkaç katı ve ipek mendillerle örtülmüş altın kaplar içinde Cennet ta’âmı getirdiler, diye yazılıdır. Buna benzer dahâ birçok misâller vermek her an mümkin ise de, biz işi uzatmamak için burada kesiyoruz.

5- Hıristiyanların, müslimânları aybladıkları noktalardan bir diğeri de şudur: Müslimânların İbrâhîm, Sâlih, Süleymân “aleyhimüsselâm” gibi Peygamber ismlerini kendilerine ad olarak seçmeleridir. Cevâbımız gâyet mâkul ve samîmîdir: Biz teberrüken Peygamber adlarını alıyoruz. Onlar da insandır. Siz kendiniz Cibrîl, Mikâil, Mihâil gibi melek adlarını almakda niçin bir mahzûr görmüyorsunuz? Onlara bundan dahâ kesin cevâb verilemez.

Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın nübüvvetinin, Tev-rât ve Zebûr ve İncilde bulunan âyetlerle ve dahâ önce gelmiş Peygamberlerce sâbit olduğu hakkındadır:

Peygamberimiz Muhammed Mustafânın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sel-lem”, Peygamber olarak geleceği, bütün semâvî kitâblarda beyân edilmiş-dir. Bütün Peygamberler tarafından müjdelenmişdir. Tevrât beş kitâb üzerine olup, bir seferde toplanmışdır. Tevrâtın birinci kitâbının onaltıncı bâ-bında, Hâcer, İbrâhîm aleyhisselâmın zevcesi Sâreden kaçdığı gece bir melek görüp kendisine: Ey Hâcer, ne istiyorsun ve nereden geldin, diye sormuş, o da, Sâreden kaçdım, cevâbını vermiş. Melek de ona, Sen Sâreye dön ve ona itâ’at et. Çünki Allahü teâlâ senin zürriyyetini çoğaltacakdır. Pek kısa bir zemân sonra hâmile olup, İsmâ’îl adında bir çocuk doğuracaksın. Allahü teâlâ seni sevmişdir. Oğlun herkes tarafından takdîr edilecek ve şöhreti dünyânın çok yerine yayılacakdır, dedi, diye yazılıdır.

Bilindiği gibi İsmâ’îl aleyhisselâm ve onun zürriyyeti dünyânın birçok yerlerine yayılmamışdır. Binâenaleyh adı geçen söz, İsmâ’îl aleyhis-selâmın en büyük zürriyyeti hakkındadır. O da Peygamberimiz Muham-med aleyhisselâmdır. İslâm dîni dünyânın birçok yerlerine yayılmış, doğu ve batıda hükm sürmüş ve sürmekdedir. Bu husûsu yehûdî âlimleri gâ-yet iyi bilirler. Fekat halka açıklamakdan dâimâ çekinirler.

Yine Tevrâtın beşinci kitâbının onsekizinci bâbında, Allahü teâlâ Mû-sâ aleyhisselâma, “Benî İsrâile söyle ki: Ben onlara âhır zemânda kendi kardeşleri evlâdından, senin gibi bir Peygamber göndereceğim” dedi, diye yazılıdır. Mûsâ aleyhisselâmdan sonra ise, gönderilen Peygamberlerin hepsi Benî İsrâildendir. Bunların sonuncusu Îsâ aleyhisselâmdır. Bu vaziyyete göre, onların kardeşleri evlâdından âhır zemânda Peygamber olacak zât, Muhammed aleyhisselâmdan başkası değildir. Çünki Peygamber efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, İsmâ’îl aleyhisselâmın zürriy-yetindendir. İsmâ’îl aleyhisselâm ise, İbrâhîm aleyhisselâmın oğlu ve İs-hak aleyhisselâmın kardeşidir. İshak aleyhisselâm da Benî İsrâildendir. Eğer bu müjde Benî İsrâilden bir Peygamber hakkında olsaydı, “onların kardeşleri evlâdından” denmemesi îcâb ederdi. Benî İsrâil Peygamberleri arasında Mûsâ aleyhisselâmdan sonra, Ona benzer bir Peygamber gelmediği husûsunda yehûdîler ittifâk etmişdir. Burada benzerlikden mak-sad, husûsî bir şerî’at ortaya koyması ve ümmetlerin ona tâbi’ olmasıdır. Bu da Muhammed aleyhisselâmın sıfatı ve sânıdır. Çünki kendisi İsmâ’îl aleyhisselâmın zürriyyetinden ve Arab milletindendir. Bütün şerî’atleri ortadan kaldıran bir şerî’at getirmiş ve ümmetler ona tâbi’ olmuşdur. Bu yönden Mûsâ aleyhisselâm gibidir. Hattâ Mûsâ aleyhisselâmdan ve diğer bütün Peygamberlerden dahâ fazîletlidir.14

Yine Tevrâtın beşinci kitâbının otuzüçüncü bâbında, Allahü teâlâ Tûr-i Sînâdan gelip, bize Saîrden doğdu ve Fârân dağlarından göründü, diye yazılıdır.15 Fârân dağlarından maksad, Mekke ve Hicâz bölgesidir.

Çünki, Fârân, toprakları aralarında paylaşan, Amâlika meliklerinden, hissesine Hicâz bölgesi isâbet eden kimsenin adıdır. Hicâz bölgesi bu adamın hissesine düşmüş ve oralara onun adı verilmişdir. Tevrâtdaki, Alla-hü teâlâ Tûr-i Sînâdan geldi, sözünden maksad, Allahü teâlânın Mûsâ aley-hisselâma olan vahyi sebebiyle tevhîd dîninin Tûr-i Sînâdan görünmesidir. (Saîrden doğdu) sözündeki Saîrden maksad ise, Îsâ aleyhisselâmın dîninin göründüğü bir dağdır. Bu dağ Sâmda bulunmakdadır. Fârân dağlarından göründü demenin ma’nâsı da, islâm dîninin Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma Mekke ve Hicâzda vahy buyurulmuş olmasıdır. “Kudsîlerin ve bayrakları berâberinde ve onun sağındadır” sözündeki “Kudsîler”in ifâde etdiği ma’nâ, velî ve sâlih kullardır ki, bununla Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” sahâbesi kasd edilmekdedir. Çünki onunla berâber ve sağ tarafında bulunan, ondan aslâ ayrılmıyan yalnız sahâbelerdir. Allahü teâlâ onlardan râzı olsun!

Peygamberimizin nübüvvetine âid en kuvvetli delîllerden biri de, dört İncîl sâhibinin, Îsâ aleyhisselâmın göğe çıkışı ânında havârîlere, ben babam ve babanıza, Allahıma ve Allahınıza gidiyorum. Size benden sonra PARAKLİT adında bir Peygamber geleceğini müjdelerim, demiş olduğunda, ittifâk etmeleridir. Bu mubârek ad yunancadır. Arapça tam karşılığı ise, AHMEDdir. Nitekim Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîminde, Sâf sûresi altıncı âyet-i kerîmesinde meâlen, Îsâ aleyhisselâmın (Benden sonra bir Peygamber gelecekdir. Onun ismi Ahmeddir. Onu size müjdeleyici-yim) dediğini, haber vermekdedir.

Lâtince olan İncîlde “PARAKLİTOS”dur. Benim [Abdüllah-ı Tercü-mânın] islâmiyyeti kabûl edişime bu ad sebeb olmuşdur.

Yuhannâ İncîlinin ondördüncü bâbında, Îsâ aleyhisselâm, “Parak-lit o zâtdır ki, babam onu âhır zemânda yollayacak ve o size her şeyi öğ-retecekdir” dedi, yazar ki, Paraklitden maksad bizim Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmdır. İnsanlara her şeyi, Allahü teâlânın Kur’ân-ı kerîmde kendisine vahy etdiği üzere öğreten Odur. Allahü teâlâ, En’am sûresi yirmisekizinci âyetinde meâlen, (Biz kitâb>m>z olan Kur’ân-> kerîmde hiçbir şeyden noksan b>rakmad>k. Ya’nî her şeyi bildirdik) buyurduğu üzere, Kur’ân-ı kerîmde hiçbir şey eksik değildir. Hazret-i Mesîhden sonra bu sıfatda Muhammed aleyhisselâmdan başka bir Peygamber çıkmadığından, bu haber ancak Ona âid olabilir.

Yuhannâ İncîlinin onaltıncı bâbında, Îsâ aleyhisselâm, “Babamın benden sonra göndereceği Paraklit, kendiliğinden bir şey söylemez. Size dâimâ doğruyu söyler. Geleceğe âid hâdiseleri haber verir” dedi, de-mişdir.16 Bu da mütevâtir bir haberle sâbitdir ki, ancak Peygamberimizin

vasfıdır. Allahü teâlâ, Necm sûresi üçüncü âyet-i kerîmesinde meâlen,

(Peygamberimin bildirdiği Kur’ân-> kerîm, onun istediği, onun kendiliğinden söylediği kelâm değildir. Ona melek vâs>tas>yla söylenilen, melekden işitdiği vahydir) buyurarak bu husûsa şehâdet etmişdir.

Geleceğe âid vermiş olduğu haberler geniş bir mevzû’ teşkîl eder ki, bu mevzû’ ile alâkalı birçok eser yayınlanmışdır. Kâdî İyâdın (Kitâb-üş-şifâ) kitâbında adı geçen mevzû’a dâir, akl sâhiblerine ibret verici noktalar vardır.