BİRİNCİ FASL

Müslimân Oluşum ve Tunus Hükümdârının Yanındaki İşlerim:

Biliniz ki, ben [Abdüllah bin Tercümân] Mayorka adlı ülkedenim. [Allahü teâlâ, bu ülkeyi, müslimânların feth etmesini nasîb eylesin!] Bu memleket, denizin kenârında, iki dağın arasında, küçücük bir vâdi ile ortasından bölünmüş, ticârî bir merkezdir. İki tâne limanı vardır. Limanlarda kıymetli mallarla yüklü büyük gemiler yatar. Bu memleket, Mayorka adası diye tanınır. [Mayorka adası, Akdenizde Balear adalarının büyüğü olan adadır.] Ormanlarında çok mikdârda zeytin ve incir ağaçları vardır. Her sene Mısra, İskenderiyyeye yirmi bin fıçıdan çok zeytinyağı gönderilir. Adada, yüzyirmiyi aşan muhkem kal’a vardır.

Babam, Mayorka ehâlisindendir. Ben âilenin tek çocuğu idim. Altı yaşıma girdiğimde, beni bir papaza teslîm etdi. Bu papazdan İncîli okudum. İki sene içinde İncîlin yarıdan çoğunu ezberledim. Altı sene, İncîlin lügatları ile ve mantık ilmi öğrenmekle uğraşdım. Dahâ sonra, Laride şehrine gitdim. Hıristiyanlar arasında bu şehr, ilm şehri sayılırdı. Bu şehr, bir nehr ile ortadan ikiye bölünmüşdü. Toprağı altınla karışık ise de, herkesin bildiği üzere, geliri masraflarını korumadığından, terk edilmişdi. Bu şehrin meyveleri çokdur. Çiftçilerin bir şeftâliyi dört parçaya ayırıp, güneş-de kurutduklarını, kabağı ve havucu kurutup, kışın gece vaktinden ıslatarak, ertesi günü tâze gibi pişirdiklerini gördüm. Hıristiyanlardan ilm öğrenmek arzû edenler, burada toplanırlardı. Talebelerin sayıları bin, bin-beşyüz kişiye kadar yükseldiği olurdu. Bu talebe topluluğuna yalnız ders okutan papaz karışırdı. Memleketin en çok yetişen bitkisi safrandır. Ben bu memleketde altı sene tıp ve ilm-i nücûm [yıldızlar ile alâkalı ilm] okudum. Sonra dört sene kadar da, İncîl ve İncîl lügatları okutdum.

Sonra, Nebuniye şehrine gitdim. Burası büyük bir şehrdir. Binâla-rı tuğla ile yapılmışdır. Çünki taş ocağı yokdur. Her tuğlacının kendisine mahsûs işâreti, nişânı vardır. Tuğlaların güzelliği ve iyi pişip pişmediği me’mûrlar tarafından kontrol edilir. Bir tuğla eğer dağılır ve parçalanırsa, tuğlayı yapandan parası alındığı gibi, ayrıca cezâ da verilir.

Bu şehrde, her sene ilm tahsîli için, iki binden çok talebe toplanır. İlm tahsîlinde bulunanlar, hükmdâr veyâ şehzâde bile olsa, belli olsun diye sâdece rûhânîlere âid elbise giyerler. Bunlara da ancak ders aldıkları papaz karışır veyâ hükm eder. Ben bu memlekete vardığımda, Nikola Mertil isminde, hıristiyanlarca büyük tanınan ihtiyâr bir papazın kilisesine yerleşdim. Bu papaz hıristiyanlar arasında ilm ve dindârlık yönünden yüksek bir mertebede bulunmakda idi ve zemânının en seçkin papazı idi. Hükümdârlar tarafından kendisine mürâce’at edilir, hediyye ve ikrâmlar-da bulunulur, onun hediyyeleri kabûlü, hediyyeyi verenlerce şeref kabûl edilirdi. Onun varlığı uğur sayıldığından, bütün hıristiyanlarca kendisine çok rağbet edilirdi.

Hıristiyan dînine âid üsûl ve kâideleri bu papazdan okudum. Devâm-lı hizmetinde bulundum. Kendisine çok yakın olmağa ihtimâm gösterdim. O da beni herkese en yakın talebesi olarak takdîm etdi. O derece yakın oldum ki, evinin ve kilerinin anahtarlarını bana teslîm etdi. Evinde yalnızca, arasıra girdiği bir odası vardı. O odanın anahtarını vermedi. Buraya çeşidli yörelerden kendisine hediyye olarak gelen eşyâ ve malları koyuyor olmalıydı. Böylece on sene tahsîle gayret etdim. Onun hizmetine bütün gücümle hayâtımı vakf ederek, sımsıkı sarıldım. Bir gün hastalandı. Ders okutmağa çıkamadı. Derse gelenler arasında, bir takım mes’eleler müzâkereye başlandı. Mevzû’, Allahü teâlânın hazret-i Îsâya indirmiş olduğu, (Senden sonra bir Peygamber gelir, ism-i şerîfi Paraklitdir) me-âlindeki ilâhî hükme geldi. Bu husûsda, orada hâzır bulunanlar arasında pekçok münâkaşa oldu. Fekat mes’ele, hâlledilemedi. Dağılıp gitdiler. Ben de Nikola Mertilin evine geldim. Bana, bugün aranızda ne gibi mevzû’lar görüşüldü, diye sordu. Ben de, Paraklit isminde ihtilâf olundu diyerek, oradakilerin söylediklerini söyledim. Sen ne cevâb verdin diye sordu. Ben de, bir İncîl şerhindeki bir cevâbı söylediğimi arz etdim. Bunun üzerine dedi ki: Sen mevzû’ya yaklaşmışsın. Diğerlerinden de yaklaşanlar ve hatâ edenler olmuş. Fekat doğru olan bunlardan hiç biri değildir. Bu yüce ismi ancak, ilmen çok yükselmiş olan ilm sâhibleri bilir. Sizin ise ilmden na-sîbiniz çok azdır.

Bunun üzerine, ben kalkıp üstâd Nikola Mertilin ayaklarına kapandım ve dedim ki: Biliyorsunuz ki, ben uzak bir ülkeden buraya geldim. On senedir hizmetinizdeyim. Rızânızı kazanmağa gayret sarf etdim. Sizden sayısız derecede ilm edindim. Simdi siz kıymetli üstâdımdan, bu mubâ-rek ismi de açıklıyarak, ihsânınızı temâmlamanızı arz ederim efendim.

Papaz Nikola Mertil bu sözleri duyunca, ağlamağa başladı ve dedi ki: Evlâdım, Allah hakkı için bana olan hizmetin, sevgin, bağlılığın sebebi ile, seni çok severim. Bu mubârek ismi öğrenmekde, bilmekde sayısız fâideler vardır. Fekat korkarım ki, gizliyemez de söylersin, sonra hı-

ristiyanlar seni o anda öldürürler. Ondan bu sözleri işitince, merâkım ve heyecânım dahâ da artdı. Allah, İncîl ve Mesîh hakkı için, bana söyliye-ceğiniz gizli bilgilerin hiçbirini ifşâ etmem dedim. Ona böyle te’minât ver-dikden sonra dedi ki: Evlâdım! Sen yanıma ilk geldiğin vakt, memleketinin müslimân memleketlerine yakın olup olmadığını, müslimânlarla kavga edip etmediğinizi, onlara düşmanlığın olup olmadığını süâl etmiş-dim. O süâli islâmiyyet ile aranızdaki ayrılık derecesini anlamak için sor-muşdum. Bilmelisin ki, Paraklit ismi, müslimânların Peygamberi Mu-hammed aleyhisselâmın mubârek ismidir. Kendisine Danyâl aleyhisse-lâmın bildirdiği dördüncü kitâb nâzil olacakdır. Bu kitâb Kur’ân-ı kerîm olup, O büyük Peygambere gönderileceğini, dîninin hak din olduğunu, milletinin de İncîlde de ismi geçen en üstün millet olduğunu Danyâl aleyhis-selâm haber vermişdir.

Üstâd Nikola Mertilin bu açıklaması üzerine, hıristiyanlık husûsun-da ne buyursunuz diye sordum. Bunun üzerine gâyet ciddî bir tavır gösterdi ve dedi ki: Evlâdım! Eğer hıristiyanlar Îsâ aleyhisselâmın dîni üzere olsalar, Allahın dîni olan hak din üzerine bulunmuş olurlardı. Çünki, Îsâ aleyhisselâmın ve bütün Peygamberlerin dinleri, Allahın dînidir. Öyle ise, kurtuluş nasıl olur diye sordum. Müslimân olmakla dedi. Müslimân olan kurtulur mu, dedim. Müslimân olan, dünyâ ve âhıretde kurtulur dedi. Bunun üzerine, akllı olan kimse, en kıymetli, en hayrlı olan şey ne ise, kendisi için onu seçer. Siz, islâm dîninin yüksekliğini ve fazîletini bildiğiniz hâlde niçin müslimân olmadınız. Buna bir engel mi vardır, dedim.

Bana dedi ki: Oğlum, Allahü teâlâ, islâm dîninin üstünlüğünü ve Onun Peygamberinin şerefini anlamayı bana küçük yaşlarda değil, yaş-landıkdan sonra nasîb etdi. Bu mevzû’da bizim ileri süreceğimiz bir özr yokdur. Belki ilâhî hüccet, delîl üzerimizde durmakdadır. Eğer, Allahü teâlâ hazretleri bana, küçük yaşda iken hidâyet buyurmuş olsa idi, herşe-yi terk eder, hak dîne [islâmiyyete] açıkca girerdim. Dünyâ sevgisi, her günâhın başı ve temelidir. Hıristiyanlar yanında mâlik olduğum i’tibârı ve izzeti, mallarımın ve nüfûzumun çokluğunu sen de biliyorsun. Hıristiyanlar, bende müslimânlığa biraz meyil ve rağbet görecek olsalar, beni yaşatmazlar. Derhâl öldürürler. Ellerinden kurtulup, islâm memleketlerine ilti-câ etdiğimi düşününüz. Müslimânlara, islâm dînini kabûl etdim ve size il-ticâ etdim desem, hak dîne girip, kazanmışsın. Allahü teâlânın azâbından nefsini kurtarmış olduğun bir dîne girmekle bizi minnet altına koyduğunu mu sanıyorsun, diyeceklerdir. Onların dilini bilmem. Onlar benim hakkımı bilmezler. Doksan yaşında bir ihtiyâr olarak, yanlarında kalıp, aç-lıkdan ölürüm. Ben Allaha şükr, Îsâ aleyhisselâma gönderilmiş olan, dînin bütün hakîkatlerine inanıyorum ve Allahü teâlâ bunu biliyor.

Bunun üzerine, ben islâm diyârına gidip ve islâm dînine girmek istesem, bana yardım eder ve yol gösterir misiniz, dedim.

Nikola Mertil bana dedi ki: Eğer kurtulmak istiyorsan ve aklın da var- 97-

sa, hiç durma ve git. Dünyâ ve âhıret se’âdeti şenindir. Fekat oğlum, aramızdaki bu konuşmalara kimse vâkıf değildir, kimse işitmemişdir. Bu ko-nuşduklarımızı çok gizli tutmalısın. Eğer bu mevzû’da birşey hissetdire-cek olursan, hıristiyanlar seni derhâl öldürürler, benim seni kurtarmağa gücüm yetmez. Zîrâ ben cânımı kurtarmak için inkâr ederim, sözlerim senin aleyhine kabûl edilmiş olur. Senin benim aleyhime söyliyeceğin sözler ise, doğru olarak kabûl edilmez. Bu mevzû’da birşey sezdirecek olursan, senin kanından ben mes’ûl değilim.

Ben de ona, böyle birşeyden Allahü teâlâya sığınırım diyerek, kendisine te’minât verdim. Yol ihtiyâclarımı görüp, Nikola Mertil ile vedâlaş-dım. Bana hayr düâ etdi. Yol harçlığı yapmam için de hediyye olarak elli altın verdi. Oradan deniz yolu ile memleketim olan Mayorkaya geldim. Altı ay orada kaldım. Sonra Sicilyaya gitdim. Müslimân ülkelerine gidecek bir gemi için beş ay orada bekledim. Tunusa gidecek bir gemi geldi. Ona binip, akşam üzeri hareket etdik. Allahü teâlânın yardımı ile, ertesi günü öğle vakti Tunus limanına vardık. Benim geldiğimi işiten oradaki hıristiyanlar toplandılar. Beni evlerine götürdüler. Dört ay kadar müddetle onların yanlarında misâfir kaldım.

Hıristiyanlara, hükûmet dâiresinde hıristiyan lisânını bilen bir kimse olup, olmadığını sordum. Doktor Yûsüf et-tabîbin hıristiyan lisânını bildiğini söylediler. Doktor Yûsüf, o sırada Tunus beği olan Ebül Abbâs Ah-medin2 husûsî doktoru idi. Bu duruma fazlası ile sevinip, hemen doktorun evini sordum. Beni doktorun evine götürdüler. Durumu doktora anlatıp, müslimân olmak istediğimi söyledim. Bu hayrlı işin kendisi aracılığı ile olacağına çok sevindi. Atına binip, beni hükûmet dâiresine götürüp, Ebül Abbâs Ahmedin huzûruna çıkardı. Ebül Abbâs Ahmed, önce benim kaç yaşında olduğumu sordu. Otuzbeş yaşında olduğumu söyledim. Sonra, hoş geldiniz, çok güzel, müslimân olunuz. Allahü teâlâ mubârek eylesin, dedi. Ben tercümânlık eden doktora dedim ki: Lütfen efendimize söyleyiniz. Bir kimse, dînini terk edecek olursa, onun hakkında çok dedikodular olur. Kendisinden ricâ ederim, burada bulunan hıristiyanların ileri gelenlerini çağırıp, benim hâlimi onlardan sorsun. Hakkımda ne türlü şâhidlik edecekleri dinlensin. Ondan sonra müslimân olayım. Bu ricâ-mı Ebül Abbâs Ahmede bildirdi.

Abül Abbâs Ahmed dedi ki: Sen, sahâbe-i kirâmdan Abdüllah ibni Selâmın îmâna geldiği sırada, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm-dan taleb etdikleri gibi, bir talebde bulundun. Ricâmı kabûl ederek, Tu-nusda bulunan ba’zı hıristiyan tüccârlara ve ileri gelenlere haber gönderdiler. Beni de topladıkları bu meclise yakın bir odaya koydular. Çağırdıkları hıristiyan ileri gelenlerine ve tüccârlara Ebül Abbâs Ahmed sordu: Bu gemi ile gelen yeni papaz hakkında neler düşünürsünüz. Onlar dediler ki: Dînimizin büyük bir âlimidir. Büyüklerimiz, ilmde ondan yüksek derecede bir kimse olmadığını söylerler ve tasdîk ederler. Bunun üzerine Ebül Abbâs Ahmed, eğer o papaz müslimân olursa ne dersiniz, dedi. Hepsi birden, Allah korusun, bu adam hiçbir zemân bu işi yapmaz, dediler. Ebül Abbâs Ahmed onlardan bu sözü işitince, beni çağırtdı. Ben de yanlarına varıp, hepsinin yanında Kelime-i şehâdet getirdim. Hepsi önüne bakıp, hayret ve dehşet içinde kalıp: Bu adama bu işi yapdıran, evlenmek arzûsudur. Çünki hıristiyanlıkda papaz evlenemez, dediler.

Çok üzüntülü ve elemli olarak gitdiler. Sonra, Ebül Abbâs Ahmed bana günde bir çeyrek altın ma’âş bağladı. Beni misâfirhâneye yerleşdir-diler. Muhammed Saffarın kızıyla da evlendirdiler. Evlendiğim gün de yüz altın ve bir kat elbise hediyye etdiler. Bu para ile düğün yapdım. Bu ev-lilikden bir oğlum dünyâya geldi. Uğurlu olsun diye, ona Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın ismini verdim.