Müslimân oldukdan beş ay sonra, Tunus beği Ebül Abbâs Ahmed bana liman reîsliği me’mûriyyeti verdi. Bundan maksadları, bu hizmet sırasında hıristiyanlar ile müslimânlar arasında meydâna gelecek hâdiselere dâir, elimden pekçok tercemeler geçeceğinden, arabî lisânını çok çabuk öğrenmem idi. Hakîkaten öyle oldu. Bir yıl geçince, arabîyi öğrendim. Mehdiye şehrine giderek, Fransız ve Ceneviz donanması tarafından gelen mektûbları terceme etmeğe başladım. Sonra, Ebül Abbâs Ahmed beğ ile, Kabis kal’asına gitdik. Orada da hazîneler müdîri oldum. Sonra, Kaf-sa kal’asına vardık. Burada, Ebül Abbâs Ahmed beğ hastalanıp, 796 [m. 1393] senesi Sa’bân ayının üçüncü günü vefât etdi. Ebül Abbâs Ahmed beğin ölümünden sonra, yerine oğlu Ebül Fâris Abdül’azîz geçdi. Babasının şahsıma gösterdiği teveccüh ve vermiş olduğu mertebe ve tahsîsâ-ta ilâve olarak, beni misâfirhâne idâresi ile de vazîfelendirdi.
Bu sultân zemânında, liman reîsi ve mütercim olduğum sırada, bir gün müslimân mallarını taşıyan bir gemi gelip, limanda demirledi. Onun ardından Sicilyadan iki gemi dahâ geldi. Bu iki geminin mürettebâtı, müslimânlara âid olan gemiyi zapt etdiler. Gemideki eşyâ ve malları yağma etdiler. Geminin içindeki müslimânlar, canlarını zor kurtardılar. Ebül Fâris Abdül’azîz bu hâdiseyi duyunca, divânın başkan ve âzâlarına, Hal-kul-Vad denilen yere çıkmalarını söyledi. Müslimânların mallarının bedel ödemek sûreti ile kurtulması için, hıristiyanlarla pazarlık yapmalarını emr eyledi. Onlar bu emr üzerine, Halkul-Vad denilen yere gidip, mâiyyetle-rinde bulunan tercümânı gemiye gönderdiler. Tercümân, gemideki hıris-tiyanlarla anlaşmaya çalışdı. Fekat çok yüksekden konuşdukları için, muvaffak olamadı.
Sonrada anlaşıldı ki, bu gemilerin biri ile Sicilya hıristiyanları arasında hâtırı sayılan bir papaz da gelmiş. Bu papaz, benim talebelik arkadaşım olup, vakti ile birbirimizi kardeş gibi sevdiğimiz bir papaz idi.4 Benim müslimân olduğumu işitmiş. Bu hâl kendisine çok güç gelip, çok üzülmüş ve beni tekrâr hıristiyan dînine döndürmek için, bu gemi ile buraya kadar gelmiş. Gemiye giden tercümân ile karşılaşınca, ona adın nedir diye sormuş, o da Alî demiş. Ona, ey Alî! Bu mektûbu divânda liman reîsi olan Abdüllaha ver. İşte sana bir altın veriyorum. Cevâbını getirdiğinde bir altın dahâ veririm, demiş. Tercümân Alî, mektûbu alıp, Halkul-Vad denilen yere geri gelir. Vaziyyeti bildirir ve papaz ile arasında geçen konuşmayı nakl eder. Divân başkanı mektûbu alıp, Cenevizli bir tüccâra terceme et-dirdikden sonra, aslı ile berâber, Ebül Fâris Abdül’azîze gönderir. Ebül Fâ-ris Abdül’azîz mektûbu okudukdan sonra, bir adamını göndererek, beni çağırtdı. Yanlarına girdiğimde dedi ki: Ey Abdüllah, bu mektûb deniz ötesinden gelmişdir. Oku bakalım ne yazmışlar, anlıyalım. Ben de okudum ve gülmeye başladım. Bana, ne gülüyorsun, dedi.
Dedim ki: Allahü teâlâ size zaferler versin. Bu mektûb bana eskiden dostum olan bir papazdan gelmişdir. Hemen terceme edelim diyerek, ke-nâra oturdum. Arabî tercemesini yapıp kendilerine verdim. Tercememi eline alıp, okudukdan sonra, kardeşi İsmâ’île dedi ki: Allahü teâlâya yemîn ederim ki, aynen terceme yapmış, hiçbir sözü atlamamış. Ben de, bunu nereden anladınız, diye sordum. Cenevizlilerin yapdığı başka bir terce-meden, dedi. Sonra, ey Abdüllah, bu papaza ne cevâb vereceksin, dedi. Dedim ki: Benim vereceğim cevâb, tarafınızdan bilindiği gibi, hak olan dîne kendi isteğimle girdiğimi ve müslimân olduğumu bildirmek olacak-dır. Bana yazı ile bildirmiş olduğu diğer şeylerin hiç birine, cevâb vermek istemem.
Bunun üzerine, Ebül Fâris Abdül’azîz beğ dedi ki: Ey Abdüllah! Senin tam ve hakîkî müslimân olduğunu öğrenmiş oldum. Bu husûsda hiçbir şübhemiz yokdur. Fekat, (Harb hîledir) hadîs-i şerîfine dayanarak, yazacağın cevâbda müslimânların mallarının geri verilmesi husûsun-da papazın gemi sâhibine söyleyip, yardım etmesini ve müslimân tüc-cârlarla bir anlaşmaya varıldığı takdîrde, malların tartılmasını behâne ederek, senin de kantarcı ile berâber çıkıp, gece vakti gemiye kaçacağını bildir.
Ebül Fâris Abdül’azîzin emr etdiği gibi cevâb yazıp, gönderdim. Papaz mektûbumu okuyunca çok sevinmiş ki, malların geri verilmesi husû-sundaki taleb etdikleri ücreti azaltdılar. Sonra tartacak olan adam, birkaç def’a gemiye gidip, geldiyse de, ben gitmedim. Papaz gelmemden üm-mîdini kesince, gemiyi kaldırıp, Cehennem olup gitdi.
Papazın yolladığı mektûbda şunlar yazılı idi:
“Kardeşin Fransiz Papaz, selâmdan sonra sana şunları bildirir: Ben bu beldeye seni bulup, geri götürmek için geldim. Bugün Sicilyaya hâkim olan zâtın yanında yüksek bir mertebeye sâhibim. Ta’yîn yapmak, azl etmek gibi, memleketin bütün işleri benim elimdedir. Simdi benim sözüme iyice kulak ver de, Allahın bereketinin bulunduğu bu tarafa gel. Malların ve diğer eşyâların elimden çıkar diye sakın korkma. Ben senin zan etdiğinden dahâ çok tatmîn edecek mal ve makâma sâhibim. İstediğini vermeğe hâzırım. Selâm.”
Ebül Fâris Abdül’azîz, teb’asını Kitâb ve sünnete uygun olarak adâlet ile idâre etmişdir. Âlim ve sâlihlere iltifâtda bulunmak ve ikrâm etmek, onun güzel ahlâkından ve yüksek hasletlerinden idi. Tunus ülkesine gelen misâfirlere ta’zîm ve hürmet etdiği gibi, Ehl-i beyt-i Resûle de son derece riâyet gösterir, herkese mertebesine göre izzet ve ikrâmda bulunurdu. Ebül Fâris Abdül’azîze bu vasfından dolayı, doğudan ve batıdan pek çok kimse gelirdi. Misâfirlerin gerek orada kalmaları, gerekse geri dönüşleri sırasında, îcâb eden kolaylıklar sağlanır, bu husûsa titizlikle riâyet edilirdi.
Her sene, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın doğduğu geceye hürmeten, Rebi’ul-evvel ayının onikinci gecesi bir cem’iyyet düzenlenirdi. Bu cem’iyyetde, gülsuyu gibi şeylerin dağıtılmasından başka, divân gelirinden altmış dinâr verilirdi. Ebül Fâris Abdül’azîzin, mazlûm olanlara karşı merhamet ve insâfı pek fazla idi. Her kim olursa olsun, bu hu-sûsa çok riâyet ederdi. Bunun bu özelliğinden dolayı, bütün me’mûrları ve mâiyyeti de ona uyarak zulmden sakınırlar, kendilerinden şikâyetçi bir kimsenin onun huzûruna çıkmamasına son derece dikkat ederlerdi. Ha-pishânelere sık sık gider, oradakilerin hâtırlarını sorar, tahliyesi lâzım gelenleri bırakır, cezâya müstehâk olanların ise cezâsını verirdi. Sadaka ve ihsânda bulunması, halk arasında çok yaygın idi. İhtiyâç sâhibi olanların adlarını bir deftere yazdırıp, fakîh Ebû Abdüllah Muhammed ibni Se-lâmî Taberîyi, ihtiyâçları dağıtmakla vazîfelendirmişdi. İhtiyâç sâhibleri-ne onun vâsıtası ile ihtiyâçların dağıtılması âdet olmuşdur. Her sene, Mekke, Medîne ve çivârında bulunan halkın ve hâçıların, yol kesiçilerden korunmaları için, arab şeyhlerine çeşidli yardımlarda bulunurdu.
Endülüs halkına da her sene para, silâh, at, buğday, barut gönderirdi. Vefâtından sonra, geriye kalan hâsılâtı ile hıristiyanların elinden müslimân esîrlerin kurtarılması için, bir mikdâr erâzîyi vakf etmişdi. Bu işin başına da, emîn bir zât olan Ebû Abdüllah Muhammed ibni Azzûzîyi ge-tirmişdi. Toplanan hâsılât ile, bir tarafdan erâzî satın alınarak, gelirin çoğaltılmasına çalışılırken, diğer tarafdan da Tunus limanına gelen müslimân esîrlerin bedelleri devlet hazînesinden verilerek, kurtarılmalarını va-sıyyet etmişdi. Hattâ Ebül Fâris Abdül’azîz, Tunusda mevçûd her vilâyetin hıristiyan tüççârlarına ellerine geçen müslimân esîrleri alıp getirmeleri için, gençler için altmış, ihtiyârlar için kırk-elli dinâr akçe verileçeğine dâir benim terçümânlığım vâsıtası ile bir mukâvele yapmışdı. Bu mukâ-veleden sonra hıristiyanlar, bir çok esîr getirip, hazîneden akçe almışlardı. Bu kitâbın yazıldığı târih olan 823 [m. 1420] senesinde bu mukâvele devâm etmekdedir.
Ebül Fâris Abdül’azîzin, bir güzel içrâatı da şudur: Deniz kapısı dışında ve ba’zı hıristiyanların senede oniki bin dinâra kirâladıkları bir hân vardı. Bu hânı yıkdırdı. Çünki burada, içki içerek ve her türlü rezâleti yaparak, halkın umûmî huzûrunu bozuyorlardı. Sâdeçe Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için, bu kadar geliri terk etdi. O hânın yerine, içinde nemâz kılına-çak, zikr yapılaçak, salevât-ı şerîfe getirileçek bir ibâdethâne ve îmâret yap-dırdı. Gelirleri buraya sarf edilmek üzere, ba’zı erâzîyi ve zeytinliği vakf etmiş ve karşısında da bir yağhâne vakf etmiş, o yeri îmâr ve ihyâ etmişdir. Bardo bağçesi yakınında, El-Damusdaki ve Cebel-i Hâvî çivârındaki tekkeleri, Bâb-ı Cedîd dışındaki su depolarını ve Dâr-ı Ebil Ca’dın yanındaki karakolları, mevçûd hamamları ve mesîre yerlerini hep o yapdırmışdır. Zeytûnî çâmi’ içindeki kütübhâne ve yoksul müslimânlar için yapdırılan has-tahâne yine Ebül Fâris Abdül’azîz devrinde yapdırılmışdır.
Tunusun bütün çarşı ve pazarlarından, islâmiyyete uygun olmıyan şeklde elde edilen yirmisekiz bin dinârı terk etmişdir. Kendisinden önçe Tunusda sabun i’mâlâtı hükûmetin inhisârında olup, halkın sabun i’mâl etmesi yasakdı. Habersiz sabun i’mâl edenler, muhtelîf para ve hapis ce-zâlarına çarpdırılırlardı. Ebül Fâris Abdül’azîz bu yasağı kaldırarak, bir takım yolsuzluklara son verdi. Memleketindeki kötü kimseleri, diğer beldelere sürdü. Sicilya adasına bir donanma gönderdi. Tarkuba şehri zabt edildi, kal’ası yıkıldı. Trablus, Kabis, Hama, Kafsa, Tuzer, Nefka, Biskra, Kostantiniye ve Bicâye beldelerine de asker göndererek, yıllardır Afrika-da çeşidli hasârlara sebeb olan ihtilâlcileri itâ’ate getirmişdir.