ÜÇÜNCÜ KISM

Hıristiyanların bozuk kâideleri hakkındadır:

Hıristiyanların esâs kâideleri beş dânedir:

1- Vaftîz olmak. 2- Teslîse [tirinite] inanmak. 3- Oğul uknumunun hazret-i Meryemin karnında, Îsâ aleyhisselâmın cesedi ile cesedlendiği-ne inanmak. 4- Kurbana inanmak. 5- Papaza günâh i’tirâf etmek.

Hıristiyanların ileri gelenleri, bu beş esâs kâide üzerinde ittifâk etmişlerdir. İçlerinden pek azı bundan ayrılmışlardır. Simdi bu kâidelerin hepsini birer birer kendi İncillerinin naslarıyla reddedeceğiz.

Birinci Kâide: Vaftîz Olmak:

Bilindiği üzere İncîl yazarlarından Luka, İncîlde Îsâ aleyhisselâmın, “Her kim vaftîz olursa Cennete girecek, vaftîz olmayan kimse ebediyyen Cehennemde kalacakdır” dediğini nakl etmekdedir. Bunun için, hıristiyan-lar vaftîz olunmadıkca Cennete girmenin imkânsız olduğuna inanırlar.

Onlara soralım ki: İbrâhîm, Mûsâ, İshak, Ya’kûb ve diğer bütün Peygamberler “aleyhimüsselâm” Cennet ehli değil midirler? Elbette Cennet ehlidirler, diyeceklerdir. Bunlardan vaftîz olan olmadığına göre, nasıl Cennet ehli olabilmişlerdir? O zemân şöyle cevâb verirler: Onların sünnet olmaları, vaftîz yerine geçmişdir. Hazret-i Âdem, hazret-i Nûh ve zürriyyetine ne diyeceksiniz diye sorarsak, kat’iyyen buna cevâb veremezler. Onlar ne sünnet, ne de vaftîz olmuşlardı. Hâlbuki, kendi İndilerinizin açıklaması ve âlimlerinizin ittifâkı ile bunlar Cennet ehlidirler.

Herkes şunu iyice bilmelidir ki, bu vaftîz usûlü hıristiyanların, Allahü teâlâya ve Peygamberlere “aleyhimüsselâm” iftirâ olarak İncîllerinde uydurdukları şeylerdendir.

Vaftîz şöyle yapılır: Her kilisede mermerden, yâhud kefeki taşından bir havuz vardır. Papaz o havuzu su ile doldurur. Üzerine İncîlden biraz bir şey okur. İçine hayli mikdârda tuz ve biraz da pelesenk yağı atar. Vaftîz olacak kimse, eğer sonradan hıristiyan olmuş yaşlı bir kimse ise, onun vaftîzine kendi zanlarına göre, Allahın huzûrunda şehâdet etmek üzere, papazla berâber ba’zı ileri gelen hıristiyanlar toplanır. Havuzun yanına gelirler. Papaz, hıristiyan olacak adama: Ma’lûm ola ki, hıristiyan olmak için, Allaha üçden biri olarak inanmak, vaftîzsiz Cennete girmenin mümkin olmadığına, Rabbimiz Îsâ, Allahın oğlu olup, anası Meryem karnında etleşmiş olmakla kendisi hem ilâh, hem insan, ya’nî babası cevherinden ilâh ve annesi cevherinden insan olduğuna, çarmıha gerilip, ölüp defn olundukdan üç gün sonra, dirilerek kalkıp semâya çıkıp, babasının sağ tarafında oturduğuna, kıyâmet günü halk arasında hâkim olacağına inanmak ve îmân getirmekdir. Sen bunların hepsine îmân etdin, değil mi, der.

Hıristiyan olacak şahs “Evet” deyince, papaz o havuzun suyundan bir avuç alır, o adama saçar ve, işte ben seni baba, oğul ve rûh-ül-kuds nâmına vaftîz, ya’nî takdîs ve tathîr etdim, der. Sonra bir mendil ile saç-dığı suları siler. Bu sûretle vaftîz biter. Adam hıristiyan olmuş olur.

Çocukların vaftîzi de şöyledir: Hıristiyan çocukları doğduklarının sekizinci günü vaftîz edilirler. O gün babaları onları alıp, kiliseye götürür. Papazın önüne bırakırlar. Papaz çocuğa, yukarıda bahs edilen inançları ih-tivâ eden sözlerle hitâb eder. Anne ve babası da çocukları adına “Evet” derler. Bu şeklde vaftîz yapılan çocuğu ana-babası alıp giderler. Çocuk, hıristiyan olmuş sayılır.

İşte vaftîz olmanın usûl ve şekli bundan ibâretdir.

Bilmelidir ki, papazların kilise havuzlarına senelerce evvel koydukları hâlde, bozulup kokmayan sular vardır. Buna, hıristiyanların avâm takımı hayret ederler. Onlar bu hâli, papaz ile kilisenin bereket ve kerâme-tinden olduğuna inanırlar. Bilmezler ki, suyun bozulup, kokmaması, tuzun çokluğu ile pelesenk yağındandır. Papazlar onu gece yâhud halkın görmeyeceği bir zemânda yaparlar ki, bu da papazların hîle ve desîse-lerinden biridir.

Ben de câhiliyyetim zemânında bu vaftîz âyininde bulundum ve bu işi ben de yapdım. Birçok adamı vaftîz etdim. [Abdüllah Tercümân.]

Allahü teâlâya hamd olsun ki, beni hak yola kavuşdurdu. Hakîkati gösterdi. Muhammed aleyhisselâmın bereketiyle zulmetden nûra çıkardı.

İkinci Kâide: Teslîse (Üçlemeye) Îmân:

Hıristiyanlarca Cennete girmek, kendilerini bozuk yola ve küfre götüren yol göstericilerinin, ya’nî sapık papazlarının anlatdıkları gibi, ancak teslîse îmân etmekle mümkindir. Söyle inanırlar ki, (hâşâ) Allah üç-den biridir. Îsâ aleyhisselâm Allahın oğlu olup, insanlık ve ülûhiyyetden ibâret iki tabî’atı vardır. O iki tabî’at tek bir şey olmuşdur. Ülûhiyyeti yaratılmış tam bir insan, insâniyyeti de yaratan ve yaratılmamış olarak bir ilâh olmuşdur.

Ba’zıları üçden murâd; “Allah”, “Îsâ” ve “Meryem”dir, derler.

Her iki şeklde düşünenlerin de kâfir olduklarında şübhe yokdur. Sâdece yalan ve iftirâdan ibâret olan ve çocuk aklının bile red edip, kabûl etmeyeceği böyle bir küfrü, bir parça aklı olanların, i’tikâd olarak kabûl edemiyeceklerinde şübhe yokdur. Hıristiyanların bu i’tikâdlarına göre, Îsâ aleyhisselâmın zâtı, Allah, ilmi ve kudreti de Allahın ilmi ve Allahın kudreti olması lâzım gelir ki, bunun bâtıl olduğu [ve mümkin olmıyacağı] hıristiyanların mukaddes kitâbları ile de sâbitdir. Markos İncilinin onüçün-cü faslında şöyle yazıyor:

Havârîler, Îsâ aleyhisselâma sâati, ya’nî kıyâmet gününü sorduklarında: “O günü, semâda olanlar bile bilmez. Onu yalnız Babadan, ya’nî Allahdan başka kimse bilmez” demişdir. [Îsâ aleyhisselâmın böyle söylediğini Matta da İncilinin yirmidördüncü faslında zikr ediyor.]

Bu söz, Îsâ aleyhisselâmın ilminin meleklerin ilminden de az olduğunu, kıyâmet gününü bilmenin ancak Allahü teâlâya mahsûs bulunduğunu, Allahü teâlâ kendine neyi bildirmiş ise, ancak onu bilebileceğini kabûl etmekden ibâretdir.

Matta İncilinin yirmialtıncı faslında da şöyle denilmekdedir: Îsâ aleyhisselâmın, yehûdîler kendisini öldürmeğe karâr verdiklerinde o gece hâli değişmiş, pek mahzûn olmuş, elem çekmişdir.

Hüzün ve elem ile müte’essîr olan kimse, ne ilâhdır, ne de ilâhın oğludur.

Hıristiyanların bu kâidelerinden, ya’nî Îsâ aleyhisselâmın ülûhiyyet ve insâniyyetinden ibâret iki tarafı olup, ikisi bir şey olmuşdur, sözünden dahâ kötü bir inanç olamaz.

Bu sözün, su ile ateş birleşip, tek şey olmuşlardır sözünden dahâ çirkin olduğunu, her akl-ı selîm sâhibi teslîm eder. Nûr ile zulmet, ışıkla karanlık, birbirine zıt ve aykırı olup, bir yerde bulunmaları imkânsız olduğu hâlde, zât ve sıfatlarıyla her şeyden müstagnî, azâmet ve büyüklüğünde mahlûkâta benzemekden münezzeh ve berî olan Allahü teâlânın ya-ratdığı varlıklardan biriyle birleşip, tek şey olmasını akl-ı selîm nasıl kabûl eder?

Acabâ, Îsâ aleyhisselâm insânî bir varlık olduğu zemân, ülûhiyye-ti nerede idi? Hıristiyanlar bu süâle, Îsâ aleyhisselâmın insâniyyetiyle ülû-hiyyeti birleşmiş ve birbirine kaynaşmışdır, diyorlar.

Simdi, kendi zanlarında, onun cesed ve insâniyyeti kırbaçlarla dövülüp, başına dikenler giydirildiğinde, bu iki kaynaşan cihetin arasını kim ayırmışdır? Kendisi, çarmıha gerilerek mızraklarla vurulup, yaralandığı ve bunların te’sîriyle feryâdlar içinde rûhunu teslîm etdiği sırada [ki öyle sapık bir şeklde inanıyorlar] onun ülûhiyyeti, insâniyyetinden nereye ayrılmış ve kaybolmuşdur?

Hâlbuki, kendileri derler ki: Onun ülûhiyyeti, öldürülüşü esnâsında ondan ayrılıp, Cehenneme inmiş, oradan Peygamberleri çıkarmışdır. O vakt insâniyyeti, ya’nî bedeni medfûn idi. Tâ ki, ülûhiyyeti ona dönüp, kabr-den çıkardı. Ondan sonra birlikde semâya çıkdılar.

Bunların hepsi bâtıldır ve aslsız iddi’âlar ve akl-ı selîmin kabûl et-miyeceği bir takım küfr sözleridir. Îsâ aleyhisselâmın birleşik ve iki tabî’at-dan meydâna gelmiş tek bir şey olduğunu nasıl iddi’â edebilirler ki, kendi İncillerinde, Îsâ aleyhisselâmın yalnız âdemiyyet tabî’atı olduğuna işâret eden parçalar vardır. Matta İncîlinin onüçüncü faslında yazılı olduğu üzere; Îsâ Mesîh, içinde doğduğu memleketinden başka yere git-diği zemân, insanların kendisini küçük görmeleri üzerine: “Peygamber ancak kendi şehrinde küçümsenir” demişdir. Bu sözle, Îsâ aleyhisselâm, kendisinin ancak Peygamberlerden biri olduğunu belirtmişdir. Peygamberlerin ise, insanlık tabî’atından başka bir tabî’atları yokdur. Bunu, ye-hûdîlerin Îsâ aleyhisselâm aleyhine ayaklandıkları sırada, havârîlerin re-îsi olan Şemûnü’s-Safânın onlara hitâben söylediği şu sözler de te’yîd eder:

Ey İsrâil oğulları! Sözüme kulak verin. Mesîh bir âdemdir ki, size Allah tarafından, kuvvet ve te’yîd ile ve Allahü teâlânın, onun elinde icrâ et-diği birtakım mu’cizelerle gelmişdir. Lâkin siz ona îmân etmediniz!

“Havârîlerin Kıssaları” adlı kitâbın ikinci faslında aynen yukarıda bildirildiği şeklde yazılıdır. Bu kitâb ise, hıristiyanlar nezdinde İncîl gibidir. Artık, bundan dahâ çok i’timâda şâyân hangi haber olur? Hem “Semû-nü’s-Safâ”dan dahâ âdil bir şâhid nasıl bulunabilir? Hıristiyanlar, onun zikriyle bereket ümîd ederler. Üstün fazîlet ve meziyyet sâhibi olduğuna inanırlar. Semûnü’s-Safâ ise, Îsâ aleyhisselâmın bir insan ve Allahü teâlâ-nın kendilerini mu’cizelerle te’yîd buyurmuş olduğu, Peygamberler zümresinden, şânlı bir Peygamber olduğuna; hattâ Îsâ aleyhisselâmın elinde vukû’ bulan mu’cizelerin de hep kudret-i ilâhî ile olup, Mesîhin kudreti ile olmadığına şehâdet etmişdir. Doğruluğunda şübhe olmıyan bu söz nerede? Onların, İlâhî Îsâ, kendi cesedi olan insânî Îsâ ile birleşmiş ve et-leşerek, yaratılmamış bir ilâh olmuşdur, sözü nerede? Bu şeklde inanmak küfrdür, inananlar muhakkak ki, kâfir olmuşlardır.

Ey Allahın kulları! Düşünün ki şeytân, küfr karanlığı ile bunların ba-sîretlerini nasıl bağlamış ki, akl ve mantık dışı olan böyle bir şeye inanmışlardır. Kendilerine bu rezîl ve kötü inancı, uydurup aşılayan ilk şeytânlarına kapılıp, uymuş ve taklîd etmişlerdir. Onların hâlinden ve uğrayacakları âkıbetden Allahü teâlâya sığınırız.

Luka İncîlinin son kısmında yazılı olduğu şekliyle, Îsâ aleyhisselâm, kabrden kalkdı. Talebelerinden Filyofas ve Luka ile karşılaşdı. Onlara, “Size ne oldu ki, böyle mahzûn duruyorsunuz?” diye sordu. Talebeler onu tanımadan, Sen herhâlde Kudüs şehrinde herkesden uzak ve garîb kalmışsın ve bu günlerde, sözlerinde ve işlerinde, Allah ve insanlar katında

emîn ve doğru bir zât olan hazret-i Mesîh hakkında vuku’ bulan işlerden haberdâr olmamışsın, diye cevâb verdiler. Bu da, Îsâ aleyhisselâmın Al-lahü teâlâ katında doğru ve emîn bir insan olup, ilâh ve oğul olmadığına, talebelerinin şehâdetidir.

Üçüncü Kâide: Oğul Uknumunun, Hazret-i Meryemin Karnrnda Îsâ Aleyhisselâm ile Cesedlendiğine İnanmak:

(Allahü teâlâ, Âdem oğullarını, babaları Âdem aleyhisselâmın Cen-netde yasak ağacdan meyve yimesi hatâsından dolayı, Cehennemle ce-zâlandırmışdır. Sonra Cehennemden çıkarmakla haklarında şefkat ve adâ-let göstermiş, oğlunu gönderip, Meryemin karnında Îsânın cesediyle et-leşdirmişdir. Bu sûretle Îsâ aleyhisselâm hem ilâh, hem insan olmuşdur. Anası cevherinden insan, babası cevherinden ilâhdır. Lâkin hazret-i Âdemin ve zürriyyetinin Cehennemden çıkmalarına kendi canını fedâ etmesinden başka bir çâre ve vesîle kalmadığından dolayı, kendi nefsini fedâ ederek, bütün halkı, şeytânın elinden kurtarmak için, kendisini kâ-til ve helâk ile öldürmüşdür. Üç gün sonra da dirilip, Cehenneme inerek, oradan Âdem aleyhisselâmı ve zürriyyeti olan bütün Peygamberleri çı-karmışdır.)

Hıristiyanların yukarıdaki paragrafda zikr edildiği şeklde inanmaları, onların esâs i’tikâdlarıdır. Böyle i’tikâd ise, küfrdür. Bunları yoldan çıkaranlar kim ise, hiçbir delîle ve bir Peygamber nakline dayanmadan yapmışlardır. Allahü teâlânın Peygamberleri, böyle gülünç, birbirine zıd şeylerden münezzehdirler.

Ezelî hâlık olan Allahü teâlâ hazretlerinin ete ve kana dönmesi mümkün müdür. Yâhud, Onun yerde veyâ gökde oğlu bulunması, mümkün müdür. Ezelî ve ebedî olan Allahü teâlâ yaratılmışlara mahsûs olan hâllerden ve sıfatlardan münezzehdir. [O noksan sıfatlardan münezzeh, kemâl sıfatlar ile muttasıfdır.] Değişme, yenileşme, bir hâlden başka bir hâle geçme, boşlukda yer tutma yaratılmışların vasfıdır. Bunlar Allahü te-âlâya nasıl isnâd edilebilir? Elbette edilemez.

O, eşi ve benzeri olmıyan bir Allahdır. Celâli mukaddes, cemâli yücedir. Fânî olan bir yaratığa hiç hulûl eder mi?

O, ölümsüzdür. Yüksek ve kudsî zâtı, [kendi yaratdığı] bir kadının karnına girer mi? [Ülûhiyyet sıfatları Allahü teâlâya mahsûsdur.]

Hıristiyanlara soruyoruz:

Siz, Îsâ aleyhisselâmın ilâh olduğuna inanırsınız ve bu inançda ol-mıyan hıristiyan değildir, dersiniz. Böylece siz, hâdis ve mahlûk olan, ya’nî sonradan yaratılan insanlardan birini, yaratıcı ve ezelî ilâh olarak kabûl et-diğinizden dolayı, muhakkak ki mümkin olmıyan bir şeye inanmış oluyor- 115-

sunuz ve büyük bir iftirâ üzerindesiniz.

Îsâ aleyhisselâm hakkında olan bu inancınız, beş noktada toplanır:

1- Siz onu, ya bizzat ezelî bir ilâh veyâ ezelî ilâhın mesken ve mahalli durumunda kabûl ediyorsunuz.

2- Îsâ aleyhisselâm kendi hakkında böyle bir şey söylemiş midir? Yâhud size Îsâ aleyhisselâmın dînini nakl eden Havârîleri ondan böyle bir şey nakl etmişler midir? [Böyle bir nakl olmadığı hâlde, yalan nakller ile ilâh kabûl ediyorlar.]

3- Siz onu, elinde meydâna gelen bir takım mu’cizelerden dolayı ilâh kabûl etmişsiniz.

4- Onu, semâya çıkdığı için ilâh kabûl ediyorsunuz.

5- Babasız olarak meydâna gelmesi hasebiyle, doğumu bioloji ka-nûnlarına aykırı bir hâdise olduğu için ilâh kabûl etmişsinizdir.

Eğer onun doğumu, garîb ve acîb olduğundan dolayı onu ilâhlaş-dırıyorsanız, bu husûs Âdem aleyhisselâmın ve meleklerin yaratılışından dahâ garîb ve acîb değildir. Çünki, Âdem aleyhisselâm ana ve babasız ya-ratılmışdır. Melekler de anasız, babasız oldukları gibi, nûrânî cism olarak yaratıldıkları hâlde, bunlardan hiçbirine ilâh denilmemişdir.

Îsâ aleyhisselâmdan meydâna gelen birtakım mu’cizelere bakarak, ilâh olduğunu savunmak, çok çürük bir ipe yapışmak demekdir. Çünki, hazret-i Elyesa’ aleyhisselâm, bir ölüyü hayâtlarında, diğer bir ölüyü de kendileri vefât etdikden sonra diriltmişlerdir ki, âhıret âleminde iken ya’nî öldükden sonra ölü diriltmek, hayâtda iken ölüyü diriltmekden dahâ hayret vericidir. İlyâs aleyhisselâm da bir ölüyü diriltmiş ve bir ihtiyâr kadının un ve yağını bereketlendirmişdir. Bu ihtiyâr kadının tam yedi sene dağarcığından un, şişesinden yağ eksik olmamışdır. Allahü teâlâ-dan yedi sene yağmur yağdırmaması hakkındaki niyâzı kabûl edilmiş ve yedi sene yağmur yağmamışdır. Îsâ aleyhisselâm, beş çöreği beş bin insana yidirmiş ise, Mûsâ aleyhisselâm da sayıları altı yüz bini aşan kav-mi için Rabbine düâ etmiş ve onlara kırk sene bıldırcın ve helva yidirmiş-dir. Îsâ aleyhisselâm, deniz üzerinde yürümüşse, hazret-i Mûsâ aleyhisselâm da asâsını denize vurup yol açmış, kavmiyle berâber karşıya geç-mişdir. Onları ta’kîb eden Fir’avn ve askerleri ise boğulmuşlardır. Sonra İsrâil oğullarının her bir kolu için ayrı ayrı olmak üzere, bir kayadan on iki pınar meydâna gelmiş ve Mısr halkına on dürlü azâb götürmüşdür:

1- Elinden asâsını bırakınca, korkunc bir ejderhâ olarak bütün sihrbazların yılanlarını yutmuşdur.

2- Sular kokmuş ve içinde bulunanlar ölmüşdür.

3- Üzerlerine kurbağalar musallat olmuş, evleri onlarla dolmuşdur.

4- Vücûdlarına kırkayak denilen zararlı böcekler üşüşmüşdür.

5- Üzerlerine her nev’i sinekler gönderilmişdir.

6- Bütün hayvanlar helâk olmuşdur.

7- Vücûdlarında çıbanlar çıkmışdır.

8- Şiddetli soğuklar yüzünden ağaçlar kurumuşdur.

9- Bütün şehrlerine çekirge yağmışdır.

10- Üzerlerine üç gün üç gece karanlık çökmüşdür.

Eğer hıristiyanlar tarafından, Îsâ aleyhisselâm bizzat ilâhdır, çünki semâya çıkmışdır, denilirse, biz de deriz ki, İdrîs aleyhisselâm ve İlyâs aley-hisselâmı da ilâh yapmanız îcâb eder. Çünki sizce onlar da semâya çıkmışlardır. Ve eğer, Îsâ aleyhisselâm kendisi ilâhlık da’vâsında bulun-muşdur, diyecek olursanız; çirkin bir yalan ve kötü bir iftirâda bulunmuş olursunuz. Kendi İncillerinizde bu sözünüzü red edecek kısmlar vardır. Elinizde olan İncîlde yazılıdır ki:

Îsâ aleyhisselâm, size göre haça gerildiğinde, “Allahım! Allahım! Beni niçin terk etdin?” demişdir.

Yine Îsâ aleyhisselâmın “Beni size, Allah göndermişdir” dediği ve bu sûretle kendisinin Peygamberler zümresinden bir insan olduğunu ik-râr etdiği İncîlde yazılıdır. Buna dâir İncillerinizde müteaddit naslar vardır.

Bununla berâber Îsâ aleyhisselâmın haça gerilip de, “Allahım! Allahım!” diye feryâd etdiği haberi, hakîkî İncîlin naslarından olmayıp, belki kendi İndilerinizin iftirâsından ise de, biz, sizin birbirini naks eden sözlerinizi ve yalanlarınızı, basîret sâhiblerine bildirmek için, onunla aleyhinize delîl getirdik. Her dürlü yardım Allahü teâlâdandır.

Dördüncü Kâide: Mukarrebât Kurbana Îmân [Îşâ-i Rabbânî]:

Hıristiyanlar, papazın mayasız ekmeğe, ba’zı şeyler okumakla, o ânda o ekmeğin Îsâ aleyhisselâmın bedeni; bir bardak şerâba bir şeyler okuyunca, o ânda o şerâbın da Îsâ aleyhisselâmın kanı olduğuna inanırlar. Bu da küfr inanışlarından biridir. Bu husûsda hıristiyanlarca konulmuş üsûl ve kâide şöyledir: Her kilisede kendilerince büyük bir papaz vardır. Her gün ona, kilisenin diğer bir papazı, mayasız ekmekle, bir kadeh şerâb getirir. Büyük papazın onlara okuması ile ekmeğin Îsâ aleyhisselâmın bedeni, şerâbın da Îsâ aleyhisselâmın kanı olduğuna inanırlar.

Hıristiyanlar, bu sapık inanışı, Matta İncîlinin yirmialtıncı bâbından alırlar ki, Matta orada şöyle hikâye eder:

Îsâ, ölmezden evvel, bir gün Havârîleri toplamış, bir ekmeği parça- 117-

lamış, her birine birer parça vermiş ve bunu yiyin, bu benim cesedimdir, demiş. Sonra bir bardak şerâb getirmiş. Bunu içiniz, bu benim kanimdir, demişdir.

Bu hikâye Matta İncilinde aynen nakl edilir. Fekat, bu ekmek ve şerâb hikâyesi, Îsâ aleyhisselâmın teyzesi oğlu olan Yuhannânın İncilinde mevcûd değildir.

İşte bu da Mattanın yalan ve iftirâlarını ortaya çıkaran ihtilâflarından-dır. Hıristiyanların i’tikâdına göre, O her kilise papazının yapdırdığı ekmeğin her parçası, uzunluk, genişlik ve derinliğiyle Îsâ aleyhisselâmdır. Îsâ aleyhisselâmın cesedidir. İsterse yüzbin parçaya bölünsün, en küçük parçası yine Îsâ aleyhisselâmdır.

Onlara denilse ki:

“Îsâ aleyhisselâmın meselâ uzunluğu on, genişliği iki, derinliği bir karış idi. Papazın okuduğu ekmek ise üç karış gelmez. Nasıl olur ki, uzunluğu on, genişliği iki ve derinliği bir karış olan bir cesed, üç karış mik-dârında olan bir şeyde olur. Bu, her akl-ı selim indinde mümkin değildir.

Hıristiyanlar buna cevâb olarak: Ayna dünyâ kadar değildir. Ama insan aynaya bakınca, büyük binâları, yüksek kal’aları görebilir. Hâlbuki onlar aynadan bin kerre büyükdür, derler.

Onlara deriz ki: Aynada görülen arazdır, özellikdir, cevher, madde değildir. Siz ise, Îsânın araz ve cevherinin o ekmekde olduğuna inanıyorsunuz ki, bu aklen mümkin değildir.

Bir de siz, Îsâ aleyhisselâmın göğe çıkıp, -hâşâ- Allahın sağ tarafında oturduğuna inanırsınız. [Allahü teâlâyı gökde, mekânlı biliyorlar. Böyle inanmak küfrdür.] Şimdi acabâ onun cesedini o ekmeğe indiren kimdir?

Bundan başka, Îsâ aleyhisselâm bir ademdir, sonradan yaratıl-mışdır. Sizin inancınıza göre, ekmeğin her parçasında Îsânın bütün cesedi, o ekmek yüz bin parçaya ayrılsa da mevcûddur. Bu hâlde yüz bin Îsâ olması ve belki bu husûs her kilisede icrâ edildiğinden, kiliselerin ade-dince ve o ekmekler artdıkca çok sayıda Îsânın bulunması lâzım gelir.

Böyle inananları ve bu âyine iştirâk edenleri, Allahü teâlâ âlemlere gülünç, şeytânlara maskara etmişdir.

Allahü teâlâ, bize kâfidir ve O ne güzel bir vekildir.

Adı geçen kurbanın ne sûretle yapıldığı ve bu husûsda nasıl ibâdetlerde bulunulduğu husûsu da şöyledir:

Bahs edilen baş papazın emriyle, hizmetçisi, gâyet has ve temiz hamurdan bir ekmek yapar. Onu, bir şişe şerâb ile papaza götürür. Kilisenin çanını çalar. Hıristiyanlar çan sesini işitince, ibâdet için kiliseye toplanırlar. Saf saf olurlar. Papaz, şerâbın bir kısmını, bir gümüş kâse içine ve has ekmeği de, bir mendil içine koyarak safların önüne geçer. Güneşin doğduğu tarafa dönüp, ekmeği eline alır ve der ki:

Îsâ Mesîh, yehûdîlerin kendisini yakaladıkları gece, mubârek eline ekmek alıp, gözlerini semâya ve her şeye kâdir olan Cenâb-ı Hakka kaldırarak, lâzım gelen düâyı yapdıkdan sonra, ekmeği kırıp, Havârîlere parça parça verdi. Onlara “Yiyin, bu benim cesedimdir” dedi.

Kilisenin papazı böyle söyledikden sonra, kendisi, ekmeği, hakîkaten Îsâ aleyhisselâmın cesedi bilerek ve Îsâ aleyhisselâmı Allahü teâlâ-nın oğlu tanıyarak, ekmeğe secde eder. Ve secdede ona şöyle hitâb eder:

Sen, yerlerin ve göklerin İlâhı olan Îsâsın! Sen Meryemin karnında cesedlenen zâtsın! Sen, bütün âlemlerden evvel doğan Allahın oğlusun! Sen, bizi kendin için şeytânların elinden kurtaracaksın! Sen, semâda pederinin sağ tarafında oturansın! Sana düâ ederiz ki, beni ve kendi kanınla kurtardığın ümmetini mağfiret edesin.

Böyle söyledikden sonra, o ekmeği cemâ’at saflarına arz eder. Onlar da secdeye kapanırlar. Ondan sonra papaz eline şerâb kupasını alıp, cemâ’ate hitâben:

Rabbimiz Îsâ, ölümünden evvel eline bir kâse şerâb alıp, onu Havârîlere vermiş ve içiniz bu benim kanimdir, demişdi! diyerek, o şerâba secde eder. Sonra kalkıp, onu cemâ’ate arz edince, onlar da secde ederler. Bu işler bitdikden sonra papaz, o ekmeği yir ve şerâbı içer. İn-cîlden bir şeyler okuyarak düâ eder ve böylece dağılırlar.

İşte hıristiyanların düâ ve kurubat kurbanları budur.

Beşinci Kâide: Papaza Günâh Çıkartmak:

Hıristiyan i’tikâdına göre, papaza günâhlarını ikrâr etmedikce, ya’nî söylemedikce, Cennete girmek mümkin değildir. Hattâ papazdan bir günâhını saklıyan kimsenin, diğer inançları kendine fâide vermez. Bunun için hıristiyanlar, her sene perhîzleri zemânında kiliseye giderler. Bütün günâhlarını papaza i’tirâf ederler. Diğer vaktlerde kimse gidip de papaza günâh i’tirâf etmez. [Bu üsûl, katolikliğe göredir. Ortodokslarda ise, senede dört def’a günâh i’tirâf etme vardır.] Hasta yatağında yatanlar, papazı da’vet etmek sûretiyle i’tirâfda bulunurlar. O da onları afv ve magfiret eder.

Hıristiyanlar, papazın afv etdiği günâhın, Allah katında da afv edilmiş olduğuna i’tikâd etmekdedir. Bundan dolayıdır ki, Roma şehrinde olan ve kendi zanlarınca, Îsânın yeryüzünde halîfesi bulunan papa, arzû etdi-ğine günâhlarını magfiret, Cehennemden kurtarmak ve Cennete sokmak berâtını vermekde, bunun karşılığı olarak da, birçok para ve mal almak-dadır. Papanın diğer memleketlerdeki kaymakâmları, vekîlleri olan papazlar da, böyle magfiret, Cehennemden çıkarma, Cennete sokma berâtları verirler. O berâtları da yanlarında saklarlar. Öldükleri vakt, o berâtı kefenlerine koyarlar. O berâtla muhakkak Cennete gireceklerine inanırlar. Bu da, papazların mal toplamak için yapdıkları hîlelerdendir.

Onlara sorulsa ki bunu niçin yapıyorsunuz? Size Îsâ aleyhisselâm böyle bir şey emr etmemiş. Onun havârîleri, ona aslâ günâhlarını i’tirâf etmemişlerdir. Hâlbuki kendi inancınıza göre, “Allah” ve “Allahın oğlu” olmak cihetiyle günâhları bağışlamaya bütün rûhbanlardan dahâ ehliy-yetli ve haklıdır. Bir de, şübhe yokdur ki, günâh çıkaran papaz da, sizin gibi bir insandır. Belki onun sizden dahâ çok günâhı vardır. Husûsiyle kendi rey ve irâdesiyle sizi sapdırmış ve küfre vardırmışdır. Simdi onun günâhını kim çıkaracakdır?

Fekat sizler, hakîkati göremiyen kör kimselersiniz. Sizin papazlarınız sizden dahâ kördür. Görmiyen kimseyi, kendi gibi bir kör yedecek olursa, felâkete düşmek mukadderdir. Siz rûhbanlarınızla berâber ebediyyen Cehennem ateşine düşeceksiniz. Çünki sizin küfr ve şirkinizle berâber günâhlarınızın bağışlanacağına dâir ümîdinizi Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîminde, Nisâ sûresi, 116.cı âyetinde bildirmişdir. Bu âyet-i kerîmede meâlen, (Allah kendisine şirk koşulma günâhını afv etmez) buyurmuşdur. Bundan dolayı Allahü teâlâ sizi afv etmez. Bu sâdık haber gereğince afvınız imkânsız olmuşdur. Artık papazların sizi afv etmesi ile afvınız mümkin değildir. Bu hâliniz şeytân ve avânesinin elinde maskara olmanıza sebebdir.

Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil-azîm. Kuvvet ve kudret ancak Allahü teâlânındır. Ondan başka kim günâhları afv edebilir?