Hıristiyanların, “Îsâ Allahdır. Allahın oğludur, mahlûkâtın yaratıcısıdır gibi, küfre varan i’tikâdlarını, eldeki mevcûd dört İncîlin müellifleri de
red ve iptal etmişlerdir. Söyle ki:
Matta İncilinin birinci bâbında, hazret-i Mesîhin nesebi, Mesîh ib-ni Dâvüd ibni İbrâhîm, diye yazılıdır. Bu açıklama, Mesîh aleyhisselâmın, Yehûda ibni Ya’kûb ibni İshak ibni İbrâhîm soyundan olmak üzere, Dâvüd aleyhisselâm zürriyyeti kuşağından doğduğunu söylemekdedir. Nesli, Âdem oğullarından olduğu bilinen bir kimse, hiç şübhesiz sonradan olmadır. Zîrâ, Allahü teâlâ kadîm ve ezelî olup, ne kimseyi doğurmuş, ne de kimseden doğmuşdur. Kendisine benzer kimse yokdur ve kendinden başka ne varsa hepsi hâdisdir, ya’nî sonradan olmuşdur. Bunları Allahü teâlâ yaratmışdır.
Yine Matta İncilinin ondokuzuncu bâbında bildirildiği üzere, bir gün bir kimse Îsâ aleyhisselâma, “Ey iyi ve hayrlı muallim!” diye hitâb et-diğinde, Îsâ aleyhisselâm ona, “Bana niçin iyi diyorsun? İyi ancak Allah-dır” demişdir. Bu söz, Îsâ aleyhisselâmın gâyet mütevâzî oluşundan, Rabbine, Hâlıkına olan hurmet ve edebinin çokluğundandır. Hakîkat böyle olunca, nasıl olur da Îsâ aleyhisselâm, Allahü teâlâya ortak koşu-labilir? [Îsâ aleyhisselâm kendisinin mahlûk olduğunu açıkca bildirdiği hâlde, hıristiyanlar Ona, ortaklık sıfatı kondurarak müşrik de oluyorlar.]
Yuhannâ İncîlinin onyedinci bâbında, Mesîh, gözlerini semâya kaldırıp, yegâne yaratıcı olan Allahü teâlâya düâ ile, “İnsanlara senin biricik yaratıcı olduğunu ve beni Peygamber olarak gönderdiğini bilmek vâcib-dir” dedi, diye yazılıdır.
Bu fıkra, Îsâ aleyhisselâmın, kendisinin Allah tarafından, Onun birliğini insanlara teblîg etmek üzere gönderilmiş bir Peygamber olduğunu, Allahın “bir ve yaratıcı” olup, Ondan başka yaratıcı olmadığını i’tirâf etmesinden ibâretdir. Îsâ aleyhisselâmın ve diğer bütün Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” haber verdikleri şey de budur.
Eğer burada hıristiyanlardan biri diyecek olsa; Îsâ, kendisinin gönderilmiş bir Peygamber olduğunu i’tirâf etmiş ama, başka bir yerde de ezelî ve yaratıcı olduğundan bahs etmişdir.
Buna karşı cevâbımız şöyle olur: Bu, ona iftirâdır. Îsâ aleyhisselâm söylenilenlerden ve kendisine isnâd edilenlerden berîdir. Siz, iki nas arasındaki fâhiş tenâkuza göz yumuyorsunuz. Çünki Îsâ aleyhisselâm kendisinin Allahü teâlâ tarafından yaratılmış bir beşer olduğunu ikrâr etmiş, ya’nî söylemişdir. Doğru olan da budur. Hakîkat böyle iken, “O yaratıcıdır” demek, lüzûmsuz ve fâidesiz bir iddi’âdır.
Matta İncîlinin dördüncü bâbında şöyle yazılıdır: Şeytân, Mesîhin kendisine secde etmesi için da’vetde bulundu. Ona dünyânın memleketlerini ve güzelliklerini gösterip, bana secde et, bunların hepsini sana vereyim, dediğinde, Mesîh ona, her insana Allahdan başkasına ibâdet ve secde etmemek yazılmışdır, diye cevâb verdi.
Eğer Îsâ aleyhisselâm ilâh olsaydı, şeytân ona böyle söz söylemeğe cesâret edemezdi. Bu sözüyle hazret-i Mesîh, varlığı vâcib olan Alla-hü teâlâdan gayrıya secde edilmiyeceğini bildirmişdir.
Bütün bu yapdığımız istidlâller, araşdırmalar, hıristiyanlara i’tikâd-larının yanlış olduğuna dâir, kendi İncillerinden delîl getirmekden ibâret-dir. Yoksa gerek Îsâ aleyhisselâm, gerek diğer Peygamberler “aleyhimüs-selâm” şeytânın bâtınî ve gizli vesveselerinden uzak ve mâsûmdurlar. Şeytânın onu kendisine secde etmek gibi açık bir küfre da’vet etmesi müm-kin değildir. Bu, açıkdan açığa tasallut demekdir. Bunları, İncîl kitâbları-nın müellifleri uydurmuş ve bu hâlleri hazret-i Mesîhe lâyık görmüşlerdir.
Yine Yuhannâ İncîlinin yirminci bâbının onyedinci fıkrasında, Îsâ, ha-vârîlere, “Ben babama ve babanıza, Allahıma ve Allahınıza giderim” dedi, diye yazılıdır.
“Babama ve babanıza” ta’bîrinin ma’nâsı, o zemânın ıstılâhına göre, “Benim ve sizin mâlikimiz” demekdir.
Eğer onlar, “Allah, Îsânın bu sözü îcâbınca babasıdır”, diyecek olurlarsa, biz de onlara deriz ki:
Bu sûretle, Allah sizin de babanız olmak lâzım gelir. Çünki “Baba ve babanıza” demişdir. Ondan Îsâ aleyhisselâm her şübheyi ortadan kaldırmak üzere, “Allahıma ve Allahınıza” diyerek bir açıklamada bulunmuş ve kendisinin ülûhiyyet da’vâsı etdiğini gösterecek bir taraf bırakmamışdır.
Matta İncîlinin onuncu bâbında, Îsâ aleyhisselâm, havârîlere hitâ-ben, “Sizi kabûl ve îvâ eden, beni kabûl ve îvâ etmiş olur. Beni kabûl eden, beni peygamber olarak göndereni kabûl etmiş olur” dedi, diye yazılıdır.
Yuhannâ da, İncîlin beşinci bâbında, Îsâ aleyhisselâm, “Ben kendi isteğimle amel etmek için değil, beni gönderenin irâde ve isteğiyle, amel etmek için geldim” dedi, diye yazılıdır.
Markos da İncîlinin onbeşinci bâbında, Îsâ çarmıhda iken, “Allahım Allahım! Beni niçin terk etdin?” diye bağırdı ve dünyâda son sözü bu oldu, şeklinde yazılıdır. Muhakkak ki bunlar İncîl müelliflerinin uydurmalarıdır. Allahü teâlâ Peygamberlerini aslâ terk etmez.
Allahü teâlânın onu terk etmesi ve bunun netîcesi yehûdîlerin onu öldürmesi, Îsâ aleyhisselâmın yüksek şahsiyyetini ancak küçültür. Fekat bunlar, kendi yazdıkları İndilerinin nasları olduğundan, biz onlarla, kendi aleyhlerine delîl getiriyoruz.
Bu naslarda, Îsâ aleyhisselâm, ülûhiyyet iddi’âsında bulunmuyor. Bilâkis, işkence esnâsında düâ ve sığınacak İlâhı olduğunu kendisi ikrâr ediyor, söyliyor.
İşte, bu ikrârı ile hıristiyanların, Îsâ aleyhisselâma isnâdları ve asl-sız sözleri, yalanlanmış olur.
Luka İncilinin sonunda şöyle yazılıdır: Mesîh kabrinden kalkdıkdan sonra, havârîlerin arasına girdi. Onlar o zemân bir evde toplanıp, kapısını kapamışlardı. Havârîler onu aralarında gördükleri gibi, korkdular. Meleklerden, yâhud cinlerden bir rûh olduğunu zan etdiler. Mesîh onların bu korku ve telâşlarını anlayınca, “Yâhû beni tecribe edin ve biliniz ki, rûhâ-nî varlıklarda bende gördüğünüz gibi et ve kemik olmaz” dedi.
Burada da, Îsâ aleyhisselâmın et ve kemikden, ya’nî maddeden teşekkül etdiği ve ilâhlıkdan uzak olduğu söylenmişdir. Onların Îsâ aleyhis-selâm, öldürülüp defn olundukdan sonra tekrâr dirildiği ve semâya çık-dığı şeklindeki iddi’âları, boş bir da’vâ olmakdan öteye geçemez. Fekat, biz kendi İncillerinde bildirildiği şeklde, “Îsâ Allah ve Allahın oğludur” diye vâki’ olan iddi’âları aleyhine delîl getirmekle iktifâ ediyoruz.
Simdi bir kimse, “Mesîh aleyhisselâm Allahü teâlânın bir kulu olup, büyüyerek, olgunluk çağına gelince, Allahü teâlâ onu Peygamber olarak göndermişdir” derse, muhakkak o kimse hazret-i Mesîhin talebelerinin ve havârîlerinin sözlerine uymuşdur. Buna muhâlefet edenler, zıddını söy-liyenler, açık olarak küfrün içindedirler. [Ya’nî Allahü teâlânın Peygamberlerine ve getirdiklerine inanmamış olurlar.]
Bu muhâlifler, bütün akl sâhibleri yanında son derece kötü bir durumdadır. O da Mesîhin et ve kan olmakla berâber, onların i’tikâd etdiği gibi ezelî yaratan olmasına göre, ma’bûd olan Rabbin bir parçasının ezelî yaratan, bir parçasının da yaratılmış olmasıdır. Çünki Mesîh, İncîllerinin nas-larıyla kendinin et ve kan olduğunu söylemişdir. Et ve kan ise dünyâya âid bir özellik olup, yiyip içmekden meydâna gelir. Onların “Kâinâtı yaratan Îsâ-dır”, iddi’âlarına göre, dünyâyı yaratan ve dolayısıyla Îsâ aleyhisselâmı yaratan yine kendisi olur. Zîrâ o da kendisinin mahlûku bulunan dünyâdan bir parçadır. Bu ise, iftirâ olan da’vâların en kötüsüdür. Ve insan hayâlinde sû-ret bulabilen tasavvurların en uzağıdır. Buna i’tikâd edenler Hakdan yüz çevirmiş, küfr ve sapıklık yolunu tutmuşlardır. Böylece Allahü teâlânın gazâ-bına müstehak olarak, kendilerini felâket uçurumuna yuvarlamalardır.
Yine onların inanclarına göre, her şeyin yaratıcısı olan Îsâ aleyhisselâm, dünyânın bir mikdârı, bir parçası olmak lâzım gelir. Bir şeyin bir mikdârı, ancak onun bütün mevcûdu oldukdan sonra bulunabilir. O hâlde, mevcûd ve mâkul olmıyan şey, hiç demekdir. Bu söze göre, dünyânın yaratıcısı yoklukdur, vücûd (varlık) değildir ve meçhûldür.
Kuvvetle tahmîn ediyorum ki, bu inancın sâhibi, onları bilerek dalâlete, yanlış inanca süreklemek kasdiyle uydurmuş, hıristiyanları çok kötü imkânsızlıklar üzerine kurulmuş görüş ve fikrleri kabûle müsâid bulmuş ve maskara etmişdir.
Onlara denilebilir ki: Mesîh, birinci İncîlin bildirdiği gibi, tırnaklarını, saçlarını kesmiş, vücûdu büyümüş ve gelişmişdir. Eğer, onların i’tikâd-larına göre, Mesîh aleyhisselâm ezelî yaratan ise, saç ve tırnak gibi şey- 126-ler de onu meydâna getiren parçalardandır. Bu parçalar kendi bütününden, ya’nî ezelî yaratandan ayrılmış ve yok olmuşlardır. Hâlbuki yokluk ve mahv olmak, bütünün bir parçasında kalmaz, her parçaya yayılır. Parçası ve bütünü olan zât, hudûdlu ve cihetlidir. Kendisine sınır ve mekân olacak şeylere muhtâcdır ve ondan müstagnî değildir. Ezelî yaratıcı olan Allahü teâlâ hazretleri ise, aklî delîl ve senetlerin, naklî nasların şe-hâdeti üzere ne cevherdir ve ne arazdır, ne de parçalanabilen bir bütündür. Kadîm ve ezelî olan Allahü teâlâ parçalanma kabûl etmez, kendisine hiçbir yönden noksan ve değişiklik ârız olmaz. O, mutlak ganîdir. Bütün mahlûkât her hâl ve zemânda Ona muhtâcdır. Allahü teâlâ, Sûrâ sûresi onbirinci âyetinde meâlen, (Yeryüzünde ve gökde Allahü teâlâ-ya benzeyen hiçbir şey yokdur. Ya’nî hiçbir şey var olmakda ve bütün sıfatlarında Onun gibi değildir. O, her sesi işitir ve her şeyi görür) buyuruyor.
Yine onlara şöyle denilebilir: Sizin şu ezelî yaratıcı i’tikâd etdiğiniz Mesîh bir beldede oturuyor ve orada yaşıyor muydu? Onlar bunu inkâr edemezler. Çünki Matta ve Luka İncîlleri, Îsâ aleyhisselâmın kral Here-dos zemânında, yehûdîlere âid olan Beyt-ül-Lâhmde doğup, sonra kral Pilatos zemânında öldürüldüğünü açıklamışlardır. Her kim ki, zemân ve mekân ile kayıtlıdır, zemân onu geçmiş, mekân onu kuşatmışdır. Bu hâl ve durumda olan zât mahlûkdur. Onun bu sûretle mahlûk olduğu sâbit olunca, Îsâ aleyhisselâmın hak İlâh ve her şeyin yaratıcısı olduğuna inananların i’tikâdları bozuk ve bâtıl olur.
Kat’î sûretde biliyoruz ki, zemân mahlûkdur ve Mesîhden evvel mevcûddur. Simdi nasıl olur da zemân, yaratıcısından önce mevcûd olabilir ve mekân kendi yaratanına muhît bulunabilir? Her ne ki, zemân içinde mevcûd olmuş, zemân ve mekân onu ihâta etmişdir, o mahlûkun tâ kendisidir. Mesîh aleyhisselâm yaratılmışların en şereflilerindendir. Çünki, kendisi insan oğlu insandır. Allahü teâlâ da, kâfirlerin, inanmıyan-ların isnâd ve iftirâlarından münezzehdir.
Burada Allahü teâlânın yardımıyla, benim anlatdığım şeyler, hıristiyanların îmân ve ahkâmlarının fesâdı, akîdelerinin bâtıl oluşu hakkındadır. Allahü teâlâya binlerce şükrler olsun ki, beni bu bâtıl inançlardan kurtardı. Hak dîni bana nasîb etdi. Müslimân olanlar ne bahtiyâr insanlardır. Allahü teâlâyı, her dürlü ortak ve benzerden tenzîh ederler. Hak ve hidâyet üzeredirler. Gerek Allahü teâlâ ve gerekse Peygamberler hakkında en yüksek ve mâkul i’tikâd üzere bulunurlar.